Create a Myspace LED Scroller


   
  kurtlusoguksu
  KIRIKHAN'IN TARİHÇESİ
 



KIRIKHAN


Dr. Hasan AYPARLAR

Kırıkhan, Hatay'ın kuzeydoğusunda yer alır. Eski dönemlerde hareketli bir yol kavşağı olan Kırıkhan; Antakya - Maraş, İskenderun - Halep yollarının kesiştiği noktada, çok sayıda Han'ın bulunduğu bir konaklama merkezi olarak bilinmektedir.

Yakın tarihe kadar Belen ilçesine bağlı küçük bir yerleşim birimi iken, Fransız işgali döneminde, 1923 yılında ilçe olmuş, on sekiz yıl Fransız işgalinde kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1939'da HATAY' la birlikte Anavatan'a katılmıştır.

İlçenin adına ilişkin, bir kaç görüş vardır. Bir görüşe göre, ilçede 40 adet HAN vardır ve ilçenin adi Kırkhan (Kırk-han)dır. Bir görüşe göre de, onarılmamış hanların varlığından dolayı buraya "Kırık-han" denmiştir. Bir başka görüşse, eski dönemlerde, Bağdat - İstanbul yol güzergâhındaki kırkıncı hanın burada bulunduğu yönündedir.

Son bir inceleme yazısında (*) Kırıkhan’ın adının “KURIKAN” olabileceği üzerinde durulmuştur. Kurıkan’ların Yakut Türklerinin ataları olduğu dikkate alındığında, bu iddia, üzerinde durulmaya değer görünmektedir.

Bazı kaynaklarda, " Kırıkhan" isminin son yüzyılda duyulmaya başlandığı ifade edilmekteyse de, bu ismin eskiden beri var olduğu, 17. yüzyılda yasamış olan Karacaoğlan'ın bir şiirinde görülmektedir. Karacaoğlan'ın Bir yayla göçünü anlatan ilgili şiirinde, Kırıkhan:

Kırıkhan’dan yüklediler göçünü
Mor sümbülle donattılar saçını
Ala gözlüm ayrı çekmiş göçünü
Bizim elden bir tomurcuk gül gitti

Biçiminde yerini almaktadır.



Kırıkhan yöresinde bulunan höyükler ( Koyuncu Höyüğü, Halil Ağa Höyüğü, Boz Höyük, Sivrici Höyük gibi)ve kalıntılar, yörede yerleşimin çok eski olduğunu ve çeşitli uygarlıkların yaşadığını göstermektedir.

Elimizde Kırıkhan tarihiyle ilgili kaynak bulunmamaktadır. Darb-ı Sak Kalesi hakkındaki yazılar, eski Türkmen topluluklarını anlatan çalışmalar ve Hatay tarihiyle ilgili kaynaklarda yöreye ilişkin bazı bilgilerin ipuçlarına ulaşmak mümkün olabilmektedir.(**)

Kırıkhan'ın yakın tarihine ait sınırlı bilgiler ise daha çok Fransız işgali yılları ve Ermenilerle ilgilidir.

Birinci dünya savaşı sonrası, Hatay'la birlikte Kırıkhan da, 1918 yılında Fransız işgaline uğramış, yaklaşık 20 yıl ağır işgal koşullarını yaşamıştır. İşgal döneminde bir Ermeni kolonisi haline getirilmeye çalışılmışsa da, Atatürk'ün girişimleriyle bu talihsizliğin önüne geçilmiştir.

Fransız işgalinin kesinleşmesi üzerine, Kırıkhan iki gelişmeye bağlı olarak önem kazanmaya başlar. Bunlardan ilki, 1920 ve 1921 yıllarında Kırıkhan'a çok sayıda ermeni yerleştirilmesidir. İkinci gelişme ise, ilçeden geçen İskenderun - Halep yolunun, günlük yaşamı giderek artan bir yoğunlukla etkilemeya başlamasıdır.

Kırıkhan ilçe olmadan önce, "yakın yörenin pazaryeri" 1920'li yılların başlarına kadar, uzun yıllar Darb-ı Sak Kalesindeki "ziyarette" kurulmaktaydı. Halk her Cuma günü hem alış veriş yapmak hem Cuma namazını kılmak üzere ziyarette toplanmaktaydı. Pazaryerinde yaşanan hareketlilik, ziyareti çekici kılmakta, dolayısıyla Bayezid Bestami Türbesi yöre halkının yaşamında özel yer tutmaktadır.

Ancak yukarda izah edilen gelişmelere bağlı olarak Kırıkhan'da, İmar faaliyetleri hızlanır ve ziyaret'te ( Bayezid Bestami, Darb-ı Sak Kalesi) kurulmakta olan pazaryeri Kırıkhan'a taşınır.

Kırıkhan'ın ilçe olmadan önceki durumunu, Sefil Molla, 1921 yılında yazdığı “KIRIKHAN'IN BİDÂYETTEKİ AHVÂLİ” başlıklı şiirinde şöyle dile getirir:


Günbegün şöhreti şerefi artar
Hiç görmediklerini gördü Kırıkhan
Bir kolunu attı Maşrıka doğru
Birini Mağribe gerdi Kırıkhan

Düşünürüm aklım yetmez işine
Çalışırlar kerpicine taşına
Nedir bu kıymetin iki başına
Kurulur mükemmel oldu Kırıkhan

Arşın arşın toprakların satılır
Her taşların altın ile tartılır
Yontma taştan kantarmalar çatılır
Gayret kuşağını sardı Kırıkhan

Kimi kahve açtı kimisi dükkân
Kimisi yaptırdı kocaman bir han
Kimi tüccar oldu kimi bezirgân
Ahâli murâda erdi Kırıkhan

Toplanırlar aşiretin şebâbı
Kahvelerde bulur ahbap ahbabı
Şimdi yedirdiğin kuzu kebabı
Bir zaman çökelek yerdi Kırıkhan

Avrupa malları geldi döküldü
Antakya'yla Halep geri çekildi
Biçâre Belân'ın beli büküldü
Ânın vebâline girdi Kırıkhan

Bir Kırık han idin oldun kasaba
Alışın verişin gelmez hesaba
Hergün beş on koyun lâzım kasaba
Ellerin başına derdi Kırıkhan

Ahâli parayı nerden aldılar
Herhal kazdıkları yerden buldular
Ya bir lordun kasasından çaldılar
Ya bir deve karnı yardı Kırıkhan

Parası olmayan ölür acından
Kadir Mevlâm hemen versin gecinden
Hamdolsun kurtuldun murt siyecinden
Olmasa üzerin berdi Kırıkhan

Doğruluk gösterip eğri gezenler
Fesatlık düşünüp hile düzenler
Sebep olup yuvamızı bozanlar
Bozulsun yuvası yurdu Kırıkhan

Dünyada eğrinin aybı örtülür
Doğrunun çoğunun karnı yırtılır
Bilmem günahından nerden kurtulur
Ziyaret'e bir taş vurdu Kırıkhan

Kim görmüştür şu dünyanın vefasın
İnsan, taştan taşa vursun kafasın
Sen sürdün dünyanın zevk-ü sefâsın
Ben çektim cefâyı derdi Kırıkhan

Hani bizi öğütleyip eğleyen
Birgün gülmez midir? hergün ağlayan
Senin kırıkların çözüp bağlayan
Benim kollarımı kırdı Kırıkhan

Molla der bu heves bu gayret nedir?
Yoksa nâhiyeye lûtfu hak mıdır?
İsmail Hakkı Bey olunca müdür
Âleme bir dehşet verdi Kırıkhan



(*): Dr Hasan Ayparlar; Kırıkhan ismine dair bir inceleme.2006. (Yazı Kırıkhan mahalli gazetelrinde yayımlanmıştır)


(**): Son yıllarda Hasan Ayparlar tarafından yayımlanmış olan “Bazı yönleriyle Kırıkhan-Kültür ofset matbaacılık,Antakya, 2002)”isimli kitap ile “19 Yüzyıldan Gavurdağları ve Amik ovasında Islah ve İskan hareketleri-color ofset ,İskenderun,2007 “ isimli iki kitapta Kırıkhan hakkında geniş bilgilere ulaşılabilmektedir.

Her iki kitap, bu sitenin “Kitaplarda Kırıkhan” bölümünde yer almaktadır

Milletlerarası ilişkilerin bir dışarıya akseden açık tarafı, bir de gözükmeyen sütre gerisi vardır. Sütre gerisini dışişleri yetkilileri, çok az sayıda bir kısım devlet görevlileri ve bir de gizli servis elemanları bilebilirler. Bu bağlamda Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren devleti yönetenler de dünyada meydana gelen bu ve benzeri gelişmelere bîgâne kalmamışlardır.

5 Ocak 1927’de Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilâtı Ankara’da kurulmuştur.

Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilâtı’nın Türkiye’nin içerde ve dışarıda birçok meselesiyle uğraşmış olduğu muhakkaktır. Bizim burada üzerinde duracağımız mesele Misak-i Millî sınırları içerisinde olmasına rağmen çeşitli sebeplerden sınırlarımız dışında kalan Hatay meselesidir.

Bu mesele 1936 yılından itibaren Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerin havasına hakim olmuş ve üç yıl sonra bir çözüme ulaşana kadar zaman zaman bir buhrana yol açabilecek bir hüviyet kazanma eğilimi dahi göstermiştir.

Elimizdeki malzeme, 1936-1939 yılları arasında Millî Emniyet Hizmetleri’nin Genelkurmay Başkanlığı’na Hatay (Sancak) meselesi ile alakalı olarak sunduğu uzun veya kısa 70 kadar belgedir

SANCAKTA (HATAY’DA) GENEL DURUM

MAH elemanları 1936 yılı sonlarına doğru Hatay’ın durumuyla ilgili bir rapor sunmuşlardır. 9 Aralık 1936 tarihinde sunulan bu rapor geniş bilgi ve tahlilleri içeren uzunca bir rapordur. Hatay ile alakalı stratejiler tespit ederken ilgililerin çok işine yarayacak tarihi ve o günkü bilgileri ihtiva eden dedi toplu bilgiler olması bakımından önemlidir.

Bu raporda bölgenin imkânları, sosyal ve siyasal durumu, halkın seviyesi ile alakalı gerçek bilgiler, istatistikler ve bunlara dayalı tahminleri içermektedir.

Hatay’la ilgili bu raporlarda verilen bilgiler şöyledir:

A. İDARÎ DURUM

Sancak’ta asayiş ve emniyet teşkilatının durumu şöyledir:

1. Suriye jandarması: “4 zabit, 200’er” den oluşmaktadır.

2. Her kazada istihbarat zabitleri emrinde milis müfrezeleri. “Bu müfrezeler hudut emniyetini muhafaza için de kullanılmaktadır.”

3. Polis: 36 Küser (komiser), 40 polis,

4. Asker:
- Antakya’da 3 bölük, tabur ve liva karargâhı,
- Kırıkhan’da 2 hafif süvari bölüğü,
- yine Kırıkhan ve Reyhaniye’de 2 şark hafif süvari bölüğü.
Bu şark-ı karib ve milis kıtalarının efradı ekseriyetle alevî, pek azı Arap ve Ermenidir.

1931’deki bir resmi istatistike göre polisin % 55’i, milisin % 28’i, jandarmanın %62’si Türk’tür.


B. ADLİYE TEŞKİLÂTI

Her kazada bir sulh hakimliği, İskenderun ve Antakya’da birer bidayet ve Antakya’da bir cinayet mahkemesi, muhtelit mahkeme Halep’tedir. Adliye memurları, mübaşirlere kadar Şam’dan tayin edilirler.


C. MAARİFİN DURUMU

Manda idaresinden evvel Hatay’da gayri Türk unsurların hususi mektepleri yoktu. Bunlarla daha çok misyonerler meşgul oldular. Hatay’da vatandaşlar arasına sokulan kültür farkı manda idaresiyle başlıyordu. Bu fark Türk maarifi aleyhine inkişaf ediyordu.

1935 senesinin istatistikine göre:

- 6-13 yaşlar arasında bütün Sancak’ta 39.656 çocuk vardır. Bunun 19.417’si kızdır.
- Sünnî, Türk ve Araplar arasında yalnız 11.783 kişi okur-yazar, 45.610 çocuk ümmîdir.
- Ermeniler de 12.560 talebe okur-yazar, 9.696’sı ümmîdir.

1933’te bütün Sancak’ta (56) resmi erkek mektebi vardı. 9 da kız mektebi:

- Mektep Yekünü: 65,
- talebe yekûnu: 4945.
- muallim yekûnu: 102’dir.

- Türk mektebi 28, talebe adedi, 2177.
- Alevi Arap mektebi 18,
- Sünni Arap mektebi 2.
- Rum mektebi 4,
- Ermeni kız mektebi, 4 yekûn 4117 talebe ve 56 okul vardır.

Netice,

- Türkçe konuşan Türkler için nüfus, “70.843”tür. 34 mektep ve talebe adedi, 2593’tür.
- Kürtçe ve Çerkesce okutan resmi veya hususi mektep yoktur.
- Ermenilerin 2763 talebesi olan hususi 35 mektebi ve 481 talebelik resmi 5 mektepleri vardır.

Bu hesaplara mahalle mektepleri dahil değildir.

Köylerdeki 29.689 tahsil çağındaki çocuklardan resmi ve gayri resmi iptidai mekteplere yalnız 3591 çocuk kayıtlıdır. Yani köyde % I2, şehirlerde ise %58 oranında tahsil yapılmaktadır. Türklerin ancak %12’si tahsil görmektedir.

16.000 çocuğun daha tahsil ettirilmesi icabetmektedir.

Antakya lisesinde 1935 istatistiğine nazaran:

- Türkçe kısmında biri Ermeni olmak üzere 109 talebe vardır.
-Arapça kısmına 35 Rum, 5 Protestan, 26 Alevi, 2 Arap,
Türkçe kısmında 8 Türk, 1 Çerkeş, 1 Kürt, 1 Fransız muallim bağlıdır.
Türk muallimlerden ikisi mültecidir.

Ecnebi mektepleri:

Sancaktaki ecnebi mekteplere dair bir talimatname 20 Haziran 1924, bir diğeri 4 Mart 1931 tarihlidir.

1884’te Meydan-ı Ekbez’de tesis edilen Lazarist Raçib Mektebi Kırıkhan’a nakledilmiştir. Bu nakil 7 teşrin-i evvel 193O’da yeni bir binaya taşınmak suretiyle sağlanmıştır. Mektebin “Soğuksu” köyü civarında bir ziraat şubesi ve bahçesi vardır.

1912’de İskenderun’da tesis edilen Frer mektebi 100 talebe kaydetmişti. Fransız istilasında mektep tevsi edilmiş, yarısı meccani olmak üzere talebesi 400’ü bulmuştur.

Yine İskenderun’da I887’de tesis edilen “Sen Josef” mektebi,
Antakya’da “Sen Josef Rahibeler Mektebi”
ve “hastahanesi” 22 Keseb’de 1896’da tesis edilen “Lepsius Deutsche Orient” misyonu mektebi bulunmaktadır.
İskenderun’da Peres Cannes İtalyan mektebi 1860’dan beri bu havalidedir. Bu okullar Harb-i Umumide kapanmışlar. 1918’de yeniden açılmışlardı.

Süveydiye’de (Samandağ; HA) İngiliz mektebinin tesis tarihi, 1874’tür. Bu İngiliz misyonu Antakya ve İskenderun’da da birer şube açmıştır ve en eski okuldur.


D. İKTİSADİ DURUM

Sancağın mesahası 470.000 hektar mezru arazi, 243.000 hektardır.
Mahsulat: Arpa, buğday, dan vs. dir.

Amik Ovası ile İskenderun Arsuz arasındaki sahada, pirinç yetişir.

Karasu, Leçe, Gavurdağı şark-ı = 140 hektardır. Varidat: 1900 kantar (1993)

Yine 1933’te :

arpa 73.000 kantar,
buğday 292.000 kantar
mısır 65 kantar,
yulaf, 85.000 kantar,
darı 29.000 kantar
mercimek 21.350 kantar,
nohut 10.660 kantar,
bakla 2660 kantar,
tütün 1445 kantar,
koza 250.000 kilodur

1929’da;

-450.000 kilo üzüm, 1.250.000 çubuktur.
-46.000 kental zeytin, 688.000 ağaçtır.
-35.000 kental incir, 208.000 adet,
-badem 60.000,
-fıstık 3200,
-elma 95.000,
-armut 22.000,
-kayısı 99.000,
-dut, 90.000,
-şeftali 85.000,
-portakal 60.000,
-pamuk 220 kental.

Orman; 80.000 hektardır.
-1933’te 5000 m3 çam, ıhlamur, meşe ve ceviz işlenmiştir.
-10.000 ton odunda kömür olarak kullanılmıştır.
-500 ton katran çıkarılmıştır.

Hayvanat; 1933 senesinde yapılan bir istatistiğe göre Sancak’ta ;
-4500 at, 5
-50 katır,
-7500 eşek,
-287 deve,
-40.000 öküz,
-43.641 inek,
-87.996 keçi vardır.

Balık;

bütün Suriye ve Lübnan sahillerinde en çok balık çıkan yerler Sancak sahilleridir. Diğer cihetten Amik gölünde yılan balığı avlanır. Her sene en aşağı 250.000 balık Trablus, Beyrut, Şam, Malta, Kıbrıs, Almanya ve bilhassa Hollanda’ya gönderilir. Fakat Sancak’ta balık avı gerek denizde ve gerek gölde en iptidai vasıtalarla yapılır. Hükümetin kayıtsızlığı bu hususta da göze çarpar.

E. LİMAN VE DİĞER İMTİYAZLI ŞİRKETLER

1910 senesinde 630.000 ton muamele olmuştu ki o tarihte Beyrut’takinden fazladır. 1925’te 88.000 tona düşmüştü. İskenderun limanı şirketi hesabına göre: 1930 senesinde 111.000 ton muamele yapılmıştır. Liman civarında Standard Oil Şirketi 4000 tonluk mazot depoları kurmuştur. Mazot depolara hortumlarla nakledilir. Sancak dahilinde liman şirketinden başka imtiyazlı 3 şirket daha vardır.

Bunlar; İskenderun Elektrik Şirketi, B.A.N.P. şimendüfer şirketi, Antakya Elektrik Şirketi. 28

F. MADENLER

Şimdiye kadar verilen 43 taharri ruhsatnamesinin çoğu geriye alınmıştır. Payas demir sahası 8 km. dir. Amanoslarda krom, amyant, manganez, bakır ve petrol olduğu tetkiklerden anlaşılmaktadır. Kızıl dağlarda da altın vardır.

G. SINAİ VAZİYET

Sancak’ta sanayi inkişaf edememiştir. Sancak’ın en büyük sınai faaliyeti Antakya sabunhanelerine inhisar eder. Bu da nihayet senede 3000 ton sabun imalinden ibarettir.

Yine Antakya’da debbağcılık bir derece faaliyettedir.

Bunlar haricinde eski usûl’ün değirmenleri, kiremit ve tuğla harmanlan, koza fırınları, birkaç rakı fabrikası, Kırıkhan’da bir tereyağ imalathanesi sayılabilir. Amik şazlarından (solomit) yapan Kırıkhan fabrikası ile İskenderun’daki konserve fabrikası kapanmıştır. Yanlız İskenderun’da bir zeytinyağı tasfiyehanesi işlemektedir.

El sanatı da Antakya’da marangozluk, doğramacılık biraz mensucat, tarak, tahta kaşık ve baston gibi şeylere münhasır kalmıştır.

Antakya kazası ile Reyhaniye nahiyesinin en büyük varidat melihalarından birini teşkil eden bahçecilik (yani meyvecilik ve sebzecilik) hükümetin yardımından fazla vergi, rüsum ve nakliye resimleri pahalılığından dolayı himmet ve meşakkete mukabil, pek cüz’i kâr bırakmaktadır. Halbuki buralarda yetişen meyve, sebze 380.000 nüfuslu Halep’i beslemektedir. Bu kadar yakın bir mahreci olan meyvecilik ve sebzecilik Sancak ekabirinin en ufak bir yardımına layık görülmemektedir. Dikkate şayandır ki, bu iki iş de daha ziyade Türk ve Çerkeş unsurunun elinde bulunuyor.

H. ARAZİ DURUMU:

Sancağı mütehassıslar 3 kısım araziye ayırmaktadırlar.

Geniş orta ve ufak arazi. 100 hektardan aşağı olmayan ve bazen 700 hektara kadar varan geniş arazi Amik sahasında bulunur. Sahipleri ekseriyetle Türk’tür.
Amik’te 470.000 hektar tahmin edilen arazinin 243.000 hektarı mezru ve sahipleri ekseriyetle Türk’tür.

Orta arazi İskenderun, Arsuz. Karasu, Asi kenarları, Kuzey dağları mıntıkalarında bulunur. Bu arazi parçaları beş hektarı geçmez. Yine sahipleri ekseriyetle Türkler ve birazda alevîlerdir.

Ufak arazi Süveydiye. Amanos etekleri ve Musa Dağıdır. Musa Dağı’ndakiler Ermeniler elinde, Süveydiyidekiler alevîlerde, Amonostakiler Türklerdedir. Araziye tasarruf itibariyle Türkler, Sancak’ta birinci dereceyi haizdirler.

I. KADASTRO:

Sancak dahilinde kadastro 1925 yılında başlamış, 1933 senesi sonuna kadar 172.000 hektarlık 250 köyün ve 50.000 kişiye ait arazinin muamelesi bitirilmiştir.

İ. SAĞLIK İŞLERİ:

Sancak’ta sıhhat işleri ihmal içindedir. Ne İskenderun, ne de Antakya hastahaneleri halkın ihtiyacını teinin edecek beşeri teşkilâta maliktirler. Ahali tedavi için Halep doktorlarına ve hastahanelerine koşmaktadırlar. Amik’te fevkalâde lüzumuna rağmen ciddi bir malarya (Sıtma. HA)mücadelesi yapılmamakta ve ekseriyeti Türk olan köylü arasında bu yüzden korkunç zayiat vukubulmaktadır.




Türk Gizli Servisi Hatay seçimlerini sonuna kadar takip ederek sürekli Ankara’yı bilgilendirmiştir. 16 Kasım 1936’da gönderilen bir raporda seçimin nasıl başladığı, katılım oranı, Fransız ve Suriyelilerin çevirdikleri entrikalar seçim rekabetleri sırasında yaşanan olaylar en ince teferruatına kadar yazılıdır. Seçim 14 Kasım 1936 da başlamıştır. Ancak sandıklara doğru dürüst oy atılmamıştır. Gayri memnun halk iki günlük yiyeceğini alarak evine kapanmıştır. Dolayısıyla şehirde her yer tamamen kapalıdır.

14 Kasım günü saat 8.00’de başlayan seçimlerde hemen hiçbir Türk katılmamıştır. Bu arada Fransızlar seçimlerle doğrudan ilgilenmekte ve halk üzerinde etkili olabileceklere karşı birtakım tedbirler almaktadır. “Halk temsilcisi olan yedi kişiden Avukat Vedi Münir, Şamili Azmi ve Mustafa Rasim’i Humus’a sürmüşler ve Yeni gün gazetesini süresiz kapatmışlardır. Dr. Abdurrahman İskenderun’dan geri çevrilmiştir. Türk tebasından İskenderun’a giden Celal’i (Selçuk) tevkif etmişlerdi.

Yeni gün başmuharriri Şükrü Balcı tevkiften korkarak Türkiye’ye gelmiştir. Antakya belediye azası olan 4 Türk, vazifeden istifa etmiştir. Hülasa Fransızlar, intihabata (Seçime) tesir yapacak olanları ne huduttan içeri sokuyorlar, ne de oradakileri serbest bırakıyorlar.

Hatay seçimlerine yukarıda da belirttiğimiz gibi katılım çok azdır. Seçimlere etnik grupların katılma ve katılmama durumları ve gerekçeleri 16 Kasım 1936 tarihli raporda şu şekilde anlatılmaktadır:

a. Antakya’daki 2000 kadar Ortodoks Rum Türklerle beraber olarak intihabata iştirak etmemektedir.

b. Aleviler üç kısma ayrılmıştır. Bir kısmı Türklerle beraber, diğer bir kısmı da müfrit Arapçı’dır. Üçüncü kısım ise namzetliklerini koydukları halde, kabul edilmediği için, reye iştirak etmemektedirler.

c. Ermeniler Taşnaklar’ın tehditinden korkarak seçime iştirak etmektedirler.

d. Reyhaniye’deki Çerkezler de Türklerden ayrılmayacaklarını söylemek suretiyle seçime iştirak etmemektedirler.

Fransızlar, iş birlikçilerinin seçime katılmalarını ve aday olmalarını sağlamıştır. Antakya’dan Türkiye aleyhtarı bir tavır sergileyen Kuseyrizade Mustafa ve Belediye Reisi Hacı Ethem, Fransızlarca aday gösterilmiştir.

Bir kısım mülkî erkân, Fransızların seçim baskılarına dayanamayarak istifa etmişlerdir. Hacılar Nahiyesi Müdürü Akif seçimleri yapması için Fransızların baskı yapması üzerine istifa etmiştir. Ordu (Yayladağı) Nahiyesi Müdürü de istifa etmişse de istifası kabul edilmemiştir. Kırıkhan kaymakamı Fransızlara seçim yapmayacağını bildirerek senelik izne ayrılmıştır. Yerine Kürtçü ve Türk düşmanı olan Sulh Hâkimi Sadık Mardinî vekil olarak tayin edilmiştir. Yine Türk olan Kırıkhan Jandarma Subayı Cemil’e de izin verilmiştir. Bunun yerine de Arap ve Türk düşmanı Afrin Jandarma Komutanı Teğmen Ali getirilmiştir. Yine Kürt ileri gelenlerinden Kör Reşit ve Azaz milletvekili Kürt Mennan Niyazi mebus seçilmedikleri takdirde Türkiye iltihak edecekleri şeklinde vatanileri tehdit etmektedirler. Evvelce Dr. Sadullah’a Türkiye ile dost olmak zaruretinde bulunduklarından kendilerini mebus yapamayacaklarını söyleyen Sadullah Cabir’in bu kere Türkiye gazetelerinde aleyinde çıkan neşriyat üzerine doktora, Azaz mebusluğuna seçileceğini bildirmiştir. Bu hal vatanî merkezindeki müzakerelerin Türkiye aleyhinde olduğunu gösterir.

Seçim sonrası ile ilgili gelişmeler hemen, hemen beklentiler istikametinde gelişmiştir. Nitekim seçimlere katılmasından en çok korkulan Hanlar Nahiyesi merkezinden kısmen, Küreci köyünün yarısı, Narlıhöyük’ün tamamı Karıncalı’nın tamamı, Arablı uşağı köyleri katılmıştır. Ancak bu köyler halkının haberleri olmadan nüfustan kayıtları alınarak seçime iştirak etmiş gibi gösterilmiştir. Hakikatte bu köy halkı seçime katılmamıştır. Halk bu durumu bilahare âli komisere şikayet etmiştir. Bu arada Ermenilerin büyük kısmı gönülsüz olmakla beraber Kızıllar köyünün üçte biri, Aktepe kısmen ve Kırıkhanlılar Hoybuncu Selim Memduh’un baskısı sonucu seçime katılmışlardır.

Kürt Aşiret reislerinden Koço, Türk gizli servisi elemanlarından birine, “Fransızların korkusundan intihabat aleyhine çalışmayacağını ve seçime de iştirak ettiğini ancak ilerde Türklerin arzularını yapmaya kalben istekli olduğu” söylemiştir.

Seçimlerin sonucunda sandıklardan çıkan oylar 17 Kasım 1936 tarihi istihbarat raporunda şehirlere göre şöyledir:
Kırıkhan’da 700 Ermeni muhacir, 19 müslüman oy kullanmıştır. Oy kullanma oranı %21’dir.44 Yerli Ermeniler seçime katılmıştır. Çerkezler Münbic’den gelen Salih adlı bir çerkezin tesiriyle oy kullanmamışlardır. Bunu farkeden hükümet Salihi oradan uzaklaştırmıştır.

İskenderun’da Çay mahallesindeki sandığa 6 müntehib-i Sani ve 745 reye mukabil 216 rey atılmıştır. Ermeni Kilisesi civarındaki sandığa 5 müntehib-i saniye ve 1000 reye karşılık sadece 250 oy almıştır. Hamidiye Mahallesi civarındaki sandığa 5 müntehib-i saniye ve 600 reye mukabil 164 oy atılmıştır. Yenişehir mahallesinin durumu anlaşılamamıştır. Ancak burada da çok az reyin kullanıldığı muhakkaktır. Bu dört sandığın başında bir papaz, bir hoca, bir polis ve iki jandarma bulunmaktaydı. Ayrıca bu sandıklarda 150’liklerden Mustafa Asım ve Mahmut Celâl’de bulunuyorlardı. Bunlar hükümetin seçimleri kazanması için çok gayret göstermişlerse de, halk tarafından nefretle karşılanmışlardır.

Antakya’da da Türklerden hiçbir kimse intihaba katılmamıştır. Yalnız Mustafa Kuseyri’nin adamlarıyla birkaç belediye teşrifatçısı oy atmışlardır. Antakya’daki sandıklardan çıkan oy miktarları hakkında raporlarda çelişkili bilgiler vardır. 18 Kasım 1936 tarihli raporda durum şöyledir: “77 Müslüman, 37 Alevi, 76 hristiyan olmak üzere toplam 190 kişi oy kullanmıştır.” . 21 Kasım 1936 tarihli diğer raporda ise durum şöyledir: “Mustafa Kuseyri’nin 95 adamı, Ermenilerden 115 kişi, hristiyanlardan ise 5 kişi olmak üzere toplam 215 kişi oy kullanmıştır. 50 Antakya’da alevi gençleri hükümete hücum etmişler camları kırmışlar, jandarmalarla müsademe etmişlerdir. İstihbarat subayı yaralanmıştır. Kırıkhan’a gelmiş, Koço ile görüşmüş ve onu kendine çevirmiştir.51

Seçimler sırasında gerek Suriye hükümeti gerekse Vatani Partisi mensupları birtakım zorbalıklara ve hilelere başvurmuşlardır. Zorla herkesi intihaba iştirak ettirmiş olmalarına ve hükümet memurları otomobillerle köy, köy dolaşıp zorla adam toplamalarına rağmen saat 8.00’de başlayan oy atma işlemi saat 9.00’da bitmiştir. Hükümet, halkı korkutmak için oy atmaya gitmeyenlerden 50 Suriye lirası para cezası alınacağını, bir haftadan bir aya kadar da hapis cezası verileceği yolunda tehditlerde bulunmuştur. Yaptıkları gayri meşru işlerden biri de oy pusulaları üzerinde oynamalarıdır. Rey verenler müntehib-i sani adedince isim yazıyorlar, kontrol memurları bu isimleri uygun görürlerse rey pusulalarını sandığa atıyorlar, uygun görmezlerse başka isimler yazıyorlardı. Bu suretle bir kişinin verdiği oy altıdan fazla oluyordu. Her adam iki üç defa rey verdiği gibi, devlet memurları da ov kullanıyorlardı.

Türklerin seçim sırasındaki sükûneti vekârları herkesin takdirini kazanmıştır. Sancak delegesi Doryo, bir sohbet sırasında, Türklerin seçim sırasında gösterdiği vekâr ve sükûnetten fevkalade mütehassıs olduğunu söyleyerek daha önce Humus’a sürülen Türklerin dönüşüne müsaade edeceğini söylemiştir. Şaşkın ve perişan bir durumda olan Doryo sürgünden dönenler için nümayiş yapılarak sükûnetin bozulmamasını da rica etmiştir.

Seçimlerde % 98 oranında katılımın olmadığını gören Ziraat veziri Kusayri Mustafa Ağa. halk temsilcisi Abdülgani’ye müracaatla henüz saylav seçilmediği için kendisinin saylavlıktan vazgeçebileceğini söylemiştir.

Seçimlerden sonra da bir kısım muhalif Türkler ve gayri Türkler’in boş durmadıklarını ve menfi propagandalarına devam ettiklerini görüyoruz. Halkın en nazik olduğu din konusunu istismar ederek İskenderun halkını Türkiye aleyhine çevirmeye çalışmaktadırlar. 11 Aralık 1936 tarihli bir raporda bu konuda şöyle denilmektedir:

- “İskenderun’da başta Türk tebasından Dörtyollu Nazif. Malatya’lı Muallim Mehmet (muhalif), Konyalı Ali Kutsi (Zeynel Abidin’in kardeşinin oğlu) Sancak Türkler’i arasına tefrika sokmak için dini yollara müracat ederek cahil köylüleri aldatmaya teşebbüs etmişlerdir. Bu meyanda Abacılar köylülerine 200 kadar sarık dağıtarak-sarık sarmaya razı ettikleri adamların sayısı kadar sevaba nail olacaklarını söylemişlerdir” . Bozgunculardan yine Mihail İlyan ve Sadullah Cabiri de İskenderun’a gelerek propaganda yapmışlar ve geri dönmüşlerdir. Mihail İlyan dağıttığı bir beyannamede şöyle demektedir. “Türklerin son hareketleri Sancak için hiçbir ehemmiyeti haiz değildir. Sancak’ın Suriye’den ayrılmasının imkan haricinde olduğuna Türklerin kanaat getirmemelerine teessüf ederim. Asıl Suriye’nin hudutları olan Torosların bile ellerinden gitmeyeceğine eminmidirler?” . Suriyeliler bir taraftan bu ve benzeri Türkiye ve Türklük aleyhtarı propagandalarını sürdürürken, diğer taraftan da seçimlere katılmayan Türk köylerini çeşitli usullerle cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Mesela, 11 Aralık 1936 tarihli bir raporda bu konuyla ilgili şunlar yazılıdır. “İntihaba iştirak etmeyen bazı Türk köylerinden Cibğe, Sakıt ve Karayılanlı’dan iki sefer aşar vergisi tahsiline kalkışılmıştır. İskenderun’a girip çıkan bütün nakil vasıtaları kontrole tabidir.”

III. İskenderun Sancağında Fransız Faaliyetleri

Zaman zaman yalan haberler geldiği de olmaktadır. Fransızların Antakya bölgesini terk etmeyeceklerini göstermek için yığınak yaptıkları şeklinde yalan propagandalarla Türk makamlarını meşgul etmektedirler. Kasım ayının son haftasında Fransızların Yenişehre (Harim şimalinde) asker getirdikleri ve tahkimat yaptıkları şeklinde haberler yayılmıştır. Bunun üzerine Yenişehir’de yapılan tahkikatta telefon neferinden başka kimsenin olmadığı ve haberin yalan olduğu anlaşılmıştır. 59

Suriye şehirlerinde propaganda amacıyla bazı şayialar çıkarılmaya devam edilmektedir. Suriye’ye iki Fransız fırkasının veya 2000 Senegal askerinin getirileceği haber alınmışsa da bunun doğruluğu şüphelidir. Ancak MAH elemanları şayia da olsa olayları takibe devam etmektedirler. 60

Fransızlar Suriye’yi mandalarından çıkardıkları halde eğitim ve teknik yardımlarını sürdürmektedirler. MAH elemanları Antakya’daki Şark Taburuna gelen bir emri ele geçirmişlerdir. Bu emirde, beş seneden fazla yerli orduda hizmeti olan erlerin mukavelelerinin yenileneceği ve bu müddetten az hizmeti olanların ise, ilişiklerinin kesileceği yazılıdır. Eski erleri bırakmaktan maksatları ise, Suriye-Fransa arasında imzalanan yeni anlaşma gereği kurulacak olan Suriye ordusunda mecburi askerlik usulü uygulanacağından yeni erlere hocalık yaptırmaktır. 61

Fransızların Suriye istihbarat Şefi Bnb. De Bano Halep’e gelmiş ve Halep’te milis kaydına başlanmıştır. De Bano ayrıca Kürtlerden ileri gelen Kör Reşid’e millet vekilliği teklif etmiştir. Ancak Kör Reşid’in Türkiye’ye gideceği ile reddetmiş olduğu tespit edilmiştir.62

Fransızlar Sancak’taki Türklerin faaliyetlerinden şüphelenmektedirler. Bir mukavemet teşkilatının oluşturulduğu şeklindeki rivayetler onları rahatsız etmektedir. Bu haberlerin doğru olup olmadığını Halep istihbarat bürosu tahkike başlamıştır. İstihbarat bürosunun üzerinde durduğu asıl husus bu teşkilatın Türkiye tarafından desteklenip desteklenmediğidir.63

Fransızlar bu gergin ortamda Türkiye’ye göz dağı vermekte ve Antakya’yı bırakmaya niyetli olmadıklarını çeşitli usullerle Türklere anlatmaya çalışmaktadırlar. 1936 yılının sonlarında (22 Aralık 1936’da) bir MAH raporuda Fransız istihbaratının faaliyetleri Ankara’ya bildirilmiştir. Fransız istihbarat subayı yanında Fransız Antakya kumandanı Köle olduğu halde Kusayir Nahiyesindeki Arap köylerini dolaşmaktadır. Buralarda köylülere silah dağıtmaktadır. Ancak Mağdele ve Keşkint Arap köylüleri kendilerinin tehlikeye maruz bulunmadığını ileri sürerek dağıtılan silahları almamışlardır. Fransız istihbarat subayı bir taraftan silah dağıtırken diğer tarafında Türk tehlikesinin olmadığı propangandasını yapmaktadır. Fakat davranışlarıyla söyledikleri çelişkilidir. Arap köylülere “Türklerin buraya geleceğine dair çıkarılan haberler uydurmadır. Bunların katiyen aslı yoktur. Size bu şekilde propaganda yapmak için gelenleri derhal yakalayıp iyice dövdükten sonra ellerini bağlayarak hemen bize getiriniz Fransa sizi himaye ve müdafaa edecektir” şeklinde propaganda yapmak suretiyle onları kendilerine bağlamaya çalışırken Türklere karşı sert davranmayı tercih etmektedirler. 29 Aralık 1936 tarihli MAH raporunda bu konuda şunlar yazılıdır: “Kaçak eşya aramak ve sair bahanelerle birçok Türkler tevkif edilmekte ve hapse tıkılmaktadırlar.”64

Halkın moralini bozmak ve her hangi bir tehlike zuhurunda halkı örgütleyebilecek. çete teşkil edecek adam bırakmamak gayesiyle ileri gelen Türk ağaları birer bahane ile tevkif edilmektedir. Tevkif etmekle güçlük çektikleri çok tanınmış ileri gelen, eşraftan olanları ise tehdit, şantaj yolu ile yıldırmaya çalışmaktadırlar. Nitekim Köle bunlardan Abdülgani Türkmen’i nezdine çağırarak tehdit etmiş ve ona şunları söylemiştir: “Kuseyir mıntıkasında çete teşkilatı yapmaya çalışıyorsunuz. Bunun cezasının ne olduğunu bilmeniz icabeder. Burada Türklük iddiasında bulunanlar Anadolu’ya defolup gittiler. Fransa buraları kimseye tek edemez. Memlekette çıkacak her hangi bir hadiseden sizi mesul edeceğiz.” 65

25 Aralık 1936 tarihli MAH raporundan anlaşıldığına göre Fransızlar’ın teşviki ile Antakya belediye reisi Sancak’a gelecek Birleşmiş Milletler heyetine verilmek üzere bir takım raporlar hazırlanmaktadır. Hatay’a gelen Havas Ajansı muhabirine delege Doryo, Antakya Belediye başkanının ağzından Türkiye ve Türklük aleyhine pek şiddetli telkinlerde bulunmuş ve bazı uydurma belgelerde göstermiştir. Ayrıca Delege Doryo’nun talimatı ve yol göstermesiyle Antakya Belediye Reisi adı geçen heyete verilecek raporları hazırlamak üzere 18 Aralık’ta Alevi ve Araplar’dan müteşekkil bir komisyon da kurmuştur. 66

Aynı istihbarat raporunda Sancak’ta bir nüfus sayımının yapılmasının zaruri olduğu belirtilmektedir. Ancak yapılacak plebisitin sağlıklı olup olmayacağından şüphe edilmekte ve fesat karıştırılacağından endişe edilmektedir. Zira, Gizli servisin müşahalelerine göre efkar-i umumiyeyi Türkiye aleyhine çevirmek için çok yoğun propagandalara başlanmıştır. Başta Ermeniler olmak üzere diğer bütün azınlıklara güvenilemeyeceği özellikle vurgulanmaktadır. Delege Doryo Ermeniler ve diğer azınlıkları Türkiye ve Türkler aleyhine çevirmek için her türlü yola başvurmaktadır.

Gizli servise göre mücadelenin temeli lisan ve kalemle propagandaya dayanmaktadır. 67

7 Ocak 1937 tarihli bir MAH raporunda Fransızların 18 Aralık 1936 itibarıyla halen Sancak’ta bulunan birliklerinin konuşlandırılması hakkındaki bilgiler şöyledir:

İskenderun’da: 5 nci Şark Taburu’ndan 150 mevcutlu bir bölük, 50 jandarma, 25 polis ve bekçi vardır. Daha sonra yapılan araştırmalarda buradaki 3 ncü Bölük’e 18 Ocak 1937’den itibaren askerlerin toplu ve hazır bulundurulması ve dışarıya çıkmalarına müsaade edilmemesi emrinin verildiği tespit edilmiştir. Ancak, bu bölük eratı şayet bir vukuat zuhur ederse firara hazır olduklarını ve hiç kimse ile müsademe etmeyeceklerini aralarında konuşmaktadırlar. 68

Beylan’da: 25 jandarma bulunmaktadır.

Kırıkhan’da: Cezayir nişancı taburundan 200 mevcutlu iki bölük vardır. Bu bölüklerin 18 Ocak 1937 tarihli MAH raporunda garnizonlarına geri döndükleri bildirilmiştir.69 5 nci Şark Taburu’ndan 150 mevcudunda bir bölük, 26’ncı hafif süvari bölüğü, (120 mevcutlu), bir Çerkeş süvari bölüğü, (150 mevcutlu) ve 25 jandarma bulunmaktadır.

Reyhaniye’de: 28 nci hafif süvari bölüğü, (100 mevcutlu) ve Halep’ten gelen 30 jandarma vardır.

Hacılar ve Aktepe’de: Burada kıta yoktur. Kırıkhan’daki kıtalarda buraya iki bölük kadar münavebe ile gönderilmektedir. Kırıkhan’daki kışla mahalli kale tahkim edilmektedir. 4 ncü zırhlı otomobil bölüğü de bu mıntıkadadır.

Antakya’da: 5 nci Şark Taburu’nıın, 2 bölüğü, (300 mevcutlu). 8 nci batarya ve 50 jandarma bulunmaktadır.70

Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü’nün 11 Aralık 1936 tarih ve 14032 sayılı raporunda, Fransızların Suriye ve Sancak köylerinde mekkari ve binecek hayvanların cins ve miktarı ile hudut köylerinde askerin işine yarayacak su kaynaklarını tespit ettikleri bildirilmektedir. MAH elemanları bu haberin doğru olup olmadığını araştırmışlar ve doğru olduğunu tespit etmişlerdir.71 Yine Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü Fransızların Suriye’ye yeni bombardıman tayyareleri ve tayyare bombaları getirttiklerine dair 24 Aralık 1936’da bir rapor sunmuştur. Ancak MAH elemanları yaptıkları araştırma sonucu bu haberin doğru olmadığın tespit etmişlerdir. Ancak, 12 Ocak 1937’de verdikleri bir raporda, Fransızların 19 Aralık 1936 tarihinde Napolyon vapuru ile Beyrut’a 506 sandık 7.5’luk top mermisi ve 167 sandık talim fişeği getirdiklerini yazmaktadırlar. Uçak meselesinin aslı ise şu şekildedir: Beyrut limanında bulunan Fransız kruvazörünün tayyaresi fırtınadan harap olduğundan Ocak ayı sonlarında Fransa’dan yeni bir tayyare getirtilmiştir.72

Bu haberden kısa bir süre sonra 14 Ocak 1937 tarihinde yazılan bir raporda 6 Ocak 1937’de Marsilya’dan İskenderiye’ye gelen Mariyet Paşa isimli Fransız vapurunda Beyrut’a çıkarılmak üzere malzeme teçhizat ve bazı personel olduğu bildirilmiştir. Tespitlere göre vapurda 30 kadar Fransız kurmay, topçu ve tayyareci subay ile 50 er ve herbiri kırkar kişilik iki nakliye otomobili bulunmaktadır. Raporda ayrıca Suriye’de olayların yakından takip edildiği ve yeni bilgilerin hemen bildirileceği de belirtilmiştir.73

22 Ocak 1937 tarihli bir MAH rapordan Fransızların Beyrut’a insan şevkine devam etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Marsilya’dan İskenderiye’ye gelen ve 13 Ocak 1937’de Beyrut’a hareket eden “Patriye” adlı Fransız vapurunda 15 subay ve 80 er bulunduğu tespit edilmiştir.74

MAH elemanları Fransızların Ortadoğu’daki bütün faaliyetlerini adım adım takip etmektedir. Fransızlar Sancak’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra Hatay’da olup bitenleri daha yakından takip etmek için bazı tedbirler almışlardır. Bu amaçla Beyrut Ali Komiserlik istihbarat servisi “seksiyon d’etüt” merkezini Halep’e nakletmişlerdir. Hemen faaliyete başlayan servis şefi Bertran sivil kıyafetle her gün Hatay hududuna ve Azaz’a gidip gidip gelmektedir. MAH elemanları bu faaliyetlerin Hatay işleri ile ilgili olduğunu ve askeri faaliyetlerimiz hakkında bilgi toplamak amacı ile yapıldığını bu faaliyetlerin yakından takip edildiğini bildirmektedirler. 75

MAH elemanlarının tespitlerine göre Hatay askeri komutanı Kole’nin davranışlarında bazı değişiklikler göre çarpmaktadır. Daha önceki davranışlarının tersi bazı hareketlerde bulunmaktadır. Nitekim 15 Haziran 1938 tarihli bir istihbarat raporunda Kole’ün Atayolu Gazetesi mesul müdürünü yanına çağırarak “Türkler aleyhindeki bütün memurları derhal uzaklaştırması” söylemiştir. Ayrıca yine aynı raporda Kole’ün mesul müdüre, 2 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “Tarih Önünde Türkler ve Ermeniler” adlı baş makalenin Fransızcaya tercüme edilen önemli kısımlarını vererek, gazetenin Fransızca kısmında yayınlanmasını istediği de belirtilmektedir. 76

1938 yılı sonlarına doğru Hatay’da bulunan Fransızlar hala eski durumlarının devam ettiği görüntüsünü vermeye çalışmaktadırlar. Oldukça sakin gözükmektedirler. Hatay hükümeti idarecilerine pek karışmaz gözükmektedirler. Ancak gerçekte istihbarat dairelerinin faaliyetleri felce uğramıştır. Dolayısıyla hiç nüfuzları kalmamış gibidir. Fransızlar gerçek durumlarının anlaşılmaması için propanganda yapmaktan da geri kalmamaktadırlar. İskenderun civarında yapılan propaganda “bugünkü vaziyetin muvakkat olduğu, Fransızların yakında yine eskisi gibi her şeye hakim olacakları, Türk ordusunun çekileceği” şeklindedir.77

Fransızlardaki ilk sıralardaki iyimserlik, kısa zaman sonra yerini karamsarlığa ve hiddete bırakmaya başlamıştır. Hatay’da Fransızlar adeta şaşırmış gibidirler. Bunları iki grupta mütalaa etmek mümkündür. Bir kısmı ikinci derecede memurlar, muallimler vs. ki hiçbir vaziyetten emin değillerdir. Hükümetin vereceği kararı sabırsızlıkla beklemektedirler. Diğer gruptakiler ise delege muavini Dömenk, Emniyet Müdürü Zinnandi, Jandarma Komutanı vb yüksek Fransız memurlarıdır. Bunlar ise vaziyetten şikayetçi, meyus ve hiddetlidirler. Hükümeti idare eden Türk ricalini ve Türkleri bir türlü hazmedememektedirler. Bu düşüncedeki Fransızlar her fırsatta Kole’yi yeni hükümete karşı tahrik etmektedirler. 78

IV- FRANSIZLARIN TÜRLERİN DIŞINDAKİ UNSURLARLA İLİŞKİLERİ

Türk Gizli Servisinin tespitlerine göre Ermeniler, Fransızlar tarafından Kilikya’nın bile kendilerine verileceğinin vaadedildiği haberlerini yaymaktadırlar. Bu propaganda sayesinde Ermeniler Kilikya’ya sahip olma sevdasına düşmüşlerdir.

Fransızlar azınlıklardan Ermenileri birtakım vaadlerle kandırmakla kalmamış onlara silâh dağıtmaya da devam etmektedirler. 23 Ocak 1937 tarihli bir gizli servis raporundan anlaşıldığına göre Fransızlar, Kırıkhan Ermenilerini silahlandırarak Adol Leonyan adında bir ermeninin komutasında 300 kişilik bir çete teşekkül ettirmişlerdir. Ermenilerin silahlanması. Ermeni mahallesinde oturan Türkleri tedirgin ederek başka mahallere taşınmalarına sebep olmuştur. 80

Hatay’ın Türkiye tarafından ilhak edileceğinden korkan Ermeni ve Rumlar ilhakın olmaması için ellerinden gelen herşeyi yapmaktadırlar. Türkiye’yi istemeyen unsurlara moral vermek için en ufak her gelişmeyi değerlendirmekte ve propaganda yapmaktadırlar. 19 Nisan 1939 tarihli bir rapordan anlaşıldığına göre Ermeni ve Rumlar Türkiye ile Fransanın Hatay için anlaşamadıkları propangandasını yapmaktadırlar. Bu fikirlerinin inandırıcılığını arttırmak için de Reyhaniye’ye yeniden iki tabur Fransız askerinin geleceğini ve İskenderun limanında da bir Fransız Zırhlısının demirli bulunacağı haberini etrafa yaymaktadırlar. 81 İtalya’nın Arnavutluk’u işgali üzerine propagandalarını değiştirmeye başlamışlardır. Bu propangandayı bir nevi teselli de kabul etmek mümkündür. İddialarına göre “İtalyan tehlikesi karşısında bulunan Türkiye Fransa’nın yardımını temin için Hatay’ın ilhakından vazgeçmiştir. Yakında Hatay’dan Türk askeri çekilecek ve yalnız Fransız Askeri kalacaktır. 82 Fransızların erzak temini ve nakli için mütahhitlerle tekrar altı aylık mukavale imzalarını da propaganlarına delil göstermekte ve teselli bulmaktadırlar. 83

Suriye’de bulunan Hatay Ermenileri her olaydan ve herkesten kendi lehlerine bir menfaat teminine çalışmaktadırlar. Her fırsatı değerlendiren Ermeniler 17 Nisan 1939’da Hatay’dan Halep’e gelen Fransız ayan üyelerinden Gotiro ile görüşmeler yapmışlardır. Kendilerinin ne kadar tehlike de olduğunu anlatmak için “Türklerin Halep’e gelmelerinden korktuklarını, Fransızların Halep’i himaye etmesini” rica etmişlerdir. Bununla da kalmayıp Suriye ve kuzeydeki Türk propagandasının kuvvet kullanmak suretiyle önlenmesini de istemişlerdir.84

Gizli servisin 8 Mayıs 1939 tarihinde yazdığı raporundaki tespitlere göre Gotiro ile aynı zamanda Akdeniz komutası erkanından olup aleyhimize yazı yazan Pol de Veu’nun Suriye seyahatleri sırasında Hatay’a uğradıkları esnada bazı Ermeni gençlerinin taşkınlık yaptıklarından dolayı tutuklandıklarına dair Lorizon gazetesinde haberler çıkmıştır. Gazete Ermenilerin tutumlarını Fransızlara bağlılık olarak yorumlamış ve meseleyi “sancaktaki azınlıkların durumu” şeklinde aksettirmiştir. 85

Fransızlar Ermenileri sürekli kollamakta ve onlara yardımlarını esirgememektedirler. MAH’ın 7 Haziran 1939 tarihli bir raporunda bunun açık delileri görülmektedir. Gizli servisin tespitlerine göre “Antakya’daki Fransız istihbarat subayı I. Dünya Harbi’nde Fransız ordusunda çalışmış Ermenilere ve bilhassa Musa Dağı Ermenilerine 10 ila 20 lira arasında tekaüd maaşı vermeye başlamıştır. 86 Aradan geçen 20 yıldan sonra bu Ermenilerin hatırlanmış olması da bir hayli dikkat çekici bulunmuştur.

V- ATATÜRK’ÜN TUTUMU VE SANCAK KAMUOYU

Atatürk meclisin açılışı sırasında yaptığı konuşmasında Sancak (Hatay) meselesine de geniş yer vermiştir. 16 Kasım 1936 tarihli bir raporda Atatürk’ün Meclisin açılışı sırasında söylediği nutkun etkileri ile ilgili şu bilgilere rastlıyoruz: “...Atatürk’ün senelik nutkunun Sancak’ı alakadar eden parçasıyla fotoğrafı, kartpostal şeklinde tanzim edilerek 5000 adet basılmış ve dağıtılmıştır. Bir çokları bu kartpostalları büyüterek altın yaldızlı çerçevelerle evlerine asmışlardır.” 87

Açılış nutkunun Sancak kamuoyundaki tesirlerini araştıran 19 Kasım 1936 tarihli MAH raporunda şunlar yazılıdır: “Beyanat Sancak mukadderatının Türkler lehine halledileceğine dair şüphesi olanları yola getirmiş ve Türkleri birleştirmiştir. Sancak Türkleri kurtuluşun muhakkak olduğuna sarsılmaz bir iman ile inanmış bulunuyorlar.” 88

Atatürk’ün nutku Türkler ve Müslümanlar üzerinde müspet tesirler yaptığı gibi Ermeni ve Hristiyanlar üzerinde de olumlu tesirler yapmıştır. Bununla beraber “Taşnaklar Fransızların sözünden çıkmayacaklarını ve mukadderatlarını Fransızlara bağlamış olduklarını söylemektedirler.” 89

İlk zamanlarda Fransızlar tereddütlü, ne yapacaklarını şaşırmış durumda idiler. Hatta Sancak’ın Türklere verileceğine bile inanmış durumdaydılar. Ancak MAH elemanlarının son gözlemleri Atatürk’ün yaptığı meclisin açılış nutkundan sonra bu durumun değişmeye başladığı yönündedir. Genelkurmay Başkanlığı’na 20 Kasım 1936’da gönderilen bir raporda bu konuya değinilmektedir: “...Fransızlar son günlerde fikirlerini değiştirerek şiddet göstermeye başlamışlardır. Fransız delegesi Döryo’nun şu beyanatı da bu mütalaayı teyit etmektedir. Türklerle aramızdaki müzakere gayet basit ve zahiridir. 1921 İtilafnamesini bir kere daha gözden geçirmekten ibarettir. Bu Türkler yaptıklarının acısını yakında çekeceklerdir” 90 demiştir.

Atatürk’ün nutkunun Sancak’taki tesirleri ile ilgili daha önce gönderilen raporları tamamlayıcı ve yeni bilgileri ihtiva eden raporlar MAH elemanlarından gelmeye devam etmektedir. Nitekim 27 Kasım 1936 tarihli raporda Sancak’ı meydana getiren etnik ve dini gruplar hakkında çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Rapora göre bu nutuk Türkler, Rumlar ve Hınçaklar arasındaki şüphe ve kararsızlığı gidermiş ve seçimlere katılmalarını sağlamıştır. Buna mukabil Suriyeliler de heyecan ve şaşkınlığa sebep olmuştur. Ancak, Fransızlar Vatani Partisi mensuplarını “Sancak Suriye Vahdetin’den ayrılmaz” diyerek teskine ve moral vermeye çalışmaktadır. Bunun üzerine Vataniler neticede Sancak’ın bir noktadan Suriye’ye bağlı kalacağı fikrini muhafaza etmektedir. Ancak İtalya’nın bu işe zorluk çıkaracağı fikrindedirler. Hatta bazıları daha da ileriye gitmekte ve Türkiye’nin “Musul meselesinde olduğu gibi nutka rağmen geri döneceğini” tahmin etmektedirler. 91

Daha sonraki raporlarda da Atatürk’ün nutkunun Sancak ile ilgili kısımlarının Suriye’deki etkilen hakkında bilgiler verilmeye devam edilmektedir. 28 Kasım 1936 tarihli MAH raporunda Suriyelilerin genel tavrıyla ilgili şu bilgiler verilmektedir: “Reisi Cumhur Atatürk’ün Kamııtay’ın açılışındaki nutkunun Sancak ile ilgili kısımlarının Suriye gazetelerinde yalnız tercümesi yayınlanmış, gazeteler hiçbir mütalaada bulunmamışlardır. Bundan Sancak hakkında siyasi yazı yazmamaları için gazetelere direktif verildiği anlaşılmaktadır. Bu suretle harekete aynı zamanda nutka ehemmiyet vermemiş gibi görünmek ve kendi nokta nazarlarının doğruluğunu Fransızlar’a itimatlarının sağlamlığını anlatmak istemişlerdir. 92

Atatürk, 1937 yılı başlarında güneye bir seyahat düzenlemiş incelemelerde bulunmuştur. Bu seyahatin çeşitli tesirleri olmuştur. Bu meyanda MAH elemanları Suriyeliler ve ilansızlar üzerinde meydana getirdiği tesirleri anında Ankara’ya bildirmişlerdir. 9 Ocak 1937 tarihli bir raporda bu konuda şunlar yazılıdır: “Atatürk’ün cenup seyahati haberi Fransızlar arasında heyecan hasıl etmediği gibi, hiçbir askeri harekati de mucip olmadı. Endişeye düşen vataniler bunu Fransa-Türkiye arasında mürettep bir manevra ve nihayet Fransa’nın Türk talebini tervice delil addediyorlar. Halep Hristiyanları, şehrin Türkiye tarafından işgali ümidine düştüler. (İşgal edileceğini düşünüyorlar.)” 93

VI- ÇERKEZLER

10 Aralık 1936 tarihli bir raporda Çerkezlerle ilgili şu bilgiler vardır. “140 kişilik bir Çerkez bölüğü 6 Aralık 1936’da Halep’e gelmiş ertesi günü İskenderun’a hareket etmişlerdir. Bölüğün komutanı Recep Kaptandır. Diğer bir Çerkez bölüğü dahi Halep’te beklemektedir. Bu Bölüğün komutanı da Teğmen Ömer isminde birisidir. Bnb. Collet’in dahi Halep’e gelmesi beklenmektedir.” 94

23 Aralık 1936’daki raporda da yine Çerkez bölüklerinin İskenderun Sancağı dahilindeki hareketlerinden bahsedilmektedir. Buna göre; “Derik’teki 14 ncü Çerkez Süvari bölüğü de Kırıkhan’a sevk edilmiştir.

Çerkez BI.K.Bnb.Collet 9.12.1936’da Kırıkhan’a gelmiş ve Çerkez Yz Tevfik’te Kırıkhan’a gitmek üzere Halep’e gelmiştir.” 95

8 Ocak 1937 tarihli bir rapora göre; İskenderun havalisine gönderilen Çerkez bölükleri erlerine, icabında güvenilir ikinci şahıslara dağıtılmak üzere çift silah verildiği tespit edilmiştir. 96

Fransızlar Çerkez bölüklerinin İskenderun Sancak’ına şevkini sürdürerek yığınağa devam etmektedirler. Bu maksatla daha önce Sancak bölgesine gönderilen 14 ncü ve 21 nci Çerkez süvari bölüklerinin dışında Duma’daki 12 nci ve Şam’daki 15 nci Çerkez süvari bölükleri de Sancak’a gönderilmiştir. Nebuk’taki 16 nci Çerkez bölüğü Sancak’a hareket etmek üzere iken hareketleri tespit edilemeyen bir sebepten dolayı ertelenmiştir.97

Fransızların Türklere karşı İskenderun Sancak’ına Çerkez bölüklerini maksatlı olarak yerleştirdiklerini, Avrupalı müşahitlerin Sancak’a gelmesi üzerine geri çekmelerinden anlamak mümkündür. Müşahitlerin gelmesi üzerine Çerkez bölükleri Halep, Harim, Selkin ve Kürt Dağı’na geri çekilmiştir. Aynı zamanda Çerkez bölüklerinin genel komutanı Bnb. Coüllet’de üç ay izinle Fransa’ya gönderilmiştir. 98

VII. ERMENİLER

Ermeniler Türkler aleyhinde faaliyetlerine devam etmekte ve yandaşlarını silahlandırmaya devam etmektedirler. Bu amaçla Ermeni ileri gelenlerinden Hiraç Papasyan, Fahri Barudî ile Beyrut’a giderek Cebel-i Musa Ermenilerine icabında dağıtılmak üzere 1500 silah için müsaade almışlardır. 99

MAH’ın 15 Haziran 1938 tarihli bir raporunda Türk Ordusunun Hatay’ı işgal edeceği şeklinde yayılan haberlerin bir kısım Ermenileri tedirgin ettiği belirtilmektedir. Bu söylentiler üzerine Kırıkhan Ermenileri büyük bir korku içindedirler. Kırıkhan Ermenileri Fransızların oyununa geldiklerini ve bundan sonra Fransızlara alet olmayacaklarını büyük bir pişmanlık içinde birbirlerine anlatmaktadırlar. Bir kısım Ermenilerin aksine Taşnaklar sürekli kavga ve sertliği teşvik etmektedirler. Antakya Taşnak Lideri Moses Derkolasyon Kesep Nahiyesindeki bazı hazırlıklarla meşguldür. Yapılacak olan seçime fesat karıştırmak için elinden gelen gayreti esirgememektedir. l00
Ermeni azınlık Hatay meselesi yüzünden ikiye ayrılmışlardır. Buna göre durum şöyledir:

Halep Ermeni Taşnak ileri gelenleri Hatay meselesinden ikiye ayrılmışlardır. Antakya Taşnak lideri Moses Derkolasyon’a taraftar olan zümrenin fikri şudur: “Ermeniler Suriye’de 80.000 kişilik bir mevcudiyettir. Biz Hatay’daki Ermenilerin yüzünden bu mühim kütleyi alt üst edemeyiz ve ettirmeyiz. Binaenaleyh Suriye siyaseti her ne ise onu takibe mecburuz.”

Halep murahhası Ardavas’a taraftar olan diğer zümrenin fikri ise şudur: Hatay’ı kendi haline bırakmak ve Hatay’daki emrivakileri harfiyyen kabul etmeliyiz. Oradaki Ermeniler galip gelen taraf ile uyuşmalıdırlar.

Halep’teki Taşnaklar yeni bir içtima aktetmemişler ve Hatay hakkında hiçbir karar vermemişlerdir. Bilakis aralarındaki Hatay meselesi ihtilafı elan devamdadır. İhtilaf Beyrut ve Paris’e aksetmiş fakat henüz bir neticeye raptedilmemiştir.

Moses Derkolasyon’un fikrine iştirak edenler şunlardır: Ayıntablı dişçi Kabakyan, Dr. Basmacıyan, Avukat Dikran ve Köpelyan. Hatay’dan Dava vekili izmirliyan. Eczacı Papasyan.

Ardavasın fikrine katılanlar: Eski Halep Taşnak lideri Heraç Papazyan, Lider Araradyan, Topçuyan.

Hatay’dan: İskenderun Patrik Vekili Hat, Hayik Balyan, Dr. Avadis, Dr. İncecikyan.

Beyrut’tan: Hüsrev Tütüncüyan, Erivan’da Taşnak Hükümeti zamanında vezirlik yapan Liyon Şant, Ağbalyan’dır. 101

Hatay’ın bağımsızlık kazanmasından, sonra Sancak dahilindeki Ermenilerin göç etmeye başladığı görülmektedir. 9 Ağustos 1938 tarihli raporda bu konuda geniş ve teferruatlı bilgiler bulunmaktadır. Bu rapordan elde edilen bilgilere göre Kırıkhan ve havalisinde Ermenilerin muhacereti devam etmektedir. Gidenlerin çoğu Katoliktir. Ayrılanlar evlerinin pencere ve kapılarını sökmüşlerdir. Hicrete sebep, Fransız istihbarat zabitinin ve bilhassa oradaki Cizvit papazının tahrikatıdır. Kırıkhan güneyindeki Soğuksu köyündeki 37 Ermeni ailesinden 12 aile kalmıştır. Bu köyde muhaceret başlar başlamaz Beyrut’tan Milletler Cemiyeti delegesi Borni gelerek Ermenilere topraklarını terketmemelerini, hiçbir zarara uğramayacaklarını ve Milletler Cemiyeti’nin kendilerini himaye edeceği yolunda nasihatta bulunarak Beyrut’a dönmüştür. Fakat buna rağmen hicret durmamıştır. Bunun üzerine Borni’ye iki gün evvel Beyrut’tan İskenderun’a gelmiş ve Soğuksu’da Ermenilerden sahipsiz kalan toprakların vaziyeti ile meşgul olmaya başlamıştır. 102

Ermenilerin göçlerin sebeplerini araştırma MAH elemanları bu konuda oldukça teferruatlı bilgiler elde etmişlerdir. Bu raporlardan anlaşıldığına göre Hatay’dan Ermeniler ile bir kısım Hristiyanların son hicret sebeplen şunlardır: 1. Gümrük meselesi, 2. Fransız propagandası, 3. Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı korkusu 4. Taşnak propagandası, 5. Hicret edenlere Fransızların çok kolaylık göstermesi.

Gümrük Meselesi : Gümrüklerin Hatay hükümetince teslim alınması nakliyat ve transit işlemlerinin kesileceği ve ilerde Suriye Hükûmeti’nin muhacirleri kabul etmiyeceği endişe ile karşılanmış ve Fransızların muayyen bir zamana kadar Halep’e geçmiyen otomobil ve kamyonların plaka numaralarının muteber olmayacağı hakkında müessir propagandaları hicretin amili olmuştur.

İlhak Meselesi Etrafındaki Mülahazlar : Hatay Türkiye’ye ilhak ediliyor. İlhak kesbcttikten sonra Hatay’da mecburi askerliğin başlayacağı, Suriye’ye pasaportsuz geçilemeceği, her pasaport bedelinin 40 lira olacağı, ev eşyasından bile Suriye hükümetinin gümrük resmi alacağı, hicret edenlerin çoğunun Halep’te iskân ettirileceği, hudutlarda gösterilen kolaylığın gösterilmeyeceği mülahazatı fikirlerde yer tutmuştur.

Propaganda : Muhacereti yaptıranların Taşnaklardan Moses Derkalosyan103 ve İzmirliyan’dır. Propagandayı yaptıranların başlıcaları şunlardır: İskenderun istihbarat tercümanı Haçik Peltikyan, Sakallı Burgoyan, Liman Şirketi Müfettişlerinden Dülerm, İskenderun’da Zennardi, Nafia atelye şefi Bronye ve Dömulen’dir. Ermenilerin hicret sebeplerini yerinde tetkik etmek üzere Halepteki muhtelif Ermeni cemaatleri mümessilleri eczacı Semercibaşıyan’ı Hatay’a göndermişlerdir. Semercibaşıyan’ın tahkikatının neticesi Ermenilerin siyasi davalarının artık kalmadığı, son muhaceratın doğrudan doğruya ekmek ve geçinme meselesi olduğu merkezindedir. 104

Ermenilerin büyük bir kısmı yeni Hatay devleti hakkında daha olumlu ve ılımlı düşüncelere sahip olduğu halde Taşnaklar olumsuz bir tutum içine girmişlerdir. MAH elemanlarının ele geçirip tercüme ederek Ankara’ya gönderdikleri Sancak Taşnak Komitesi’nin 20 Ağustos 1938 tarihli beyannamesinde bunu açıkça görmek mümkündür. Beyannamede Sancak’taki Ermeni cemaatine hitap edilmekte ve yapılan milletvekili seçimlerine muhalif oldukları açıklanmaktadır. Ayrıca seçimlere katılmayıp protesto etmektedirler. 105

Musadağı bölgesinde ve Ermeniler arasında uzunca bir zaman yaptırılan araştırma neticesinde bu mıntıkada gerek silah deposunu mevcudiyetine, gerek Ermenilerin çete teşkil ettiklerine dair bir emareye tesadüf edilmemiştir. Kaynağımızın verdiği malumata göre Musadağı Ermenilerinden “Taşnaklar hariç” diğer kısmı yeni Hatay hükümetine her suretle mutavaat etmeye. Taşnaklar ise Fransız askerinin Hatay’dan çekilmesini müteakip hicret etmeye karar vermişlerdir. 106

VIII- İTALYANLAR

İtalyanlar Akdenizde ve Avrupa’da hakimiyet kurma girişimlerinin yanında Ortadoğu’da da varlıklarını hissettirmek istemektedirler. Türkiye’ye karşı takındıkları düşmanca tavırlarını Hatay meselesi sırasında da sürdürmüşlerdir. Türkiye’nin aleyhinde olan kişi, grup ve cemiyetleri teşvik ve tahrik etmekle oldukları, görülmüştür. Hatta bir kısım insanlara, Türkiye’den soğutmak için Türkiye’de yapılan bazı inkılâpların uygulamalarını mübalağalı ve yalanlar katarak propaganda etmektedirler. Sancak’ta başta Kürt hoca olduğu halde bir kısım din adamları ve yakınlarından İtalya lehine sözler sarf edildiği tespit edilmiştir. Türk istihbarat servisinin tespitlerine göre bu propagandayı Halep’teki İtalyan konsolosunun yakın dostu Mösyö Draki idare etmektedir. Draki Müsait bulduğu bu gibi kişilere bolca para da dağıtmaktadır. Bu şekilde kandırılmış bir kimse MAH elemanına ciddi, ciddi inanarak şunları anlatmıştır: “Zorla şapka giydiriyorlar. Giymeyenlerin namus ve şerefi tehlikede. Bu yaştan sonra bunu da mı göreceğiz. Hükümetin emri olsa her ne ise, fakat bir takım eşhasın elinde maskara oluyoruz. On sene Fransızlar) tecrübe ettik. Hele bir de İtalyanları tecrübe edelim. Bu gavurlar İslamlara ve Müslümanlığa hürmetkar davranıyorlar. Herkesin vicdanına karışmıyor, müdahale etmiyorlar”107

Halep İtalyan konsolosu azınlık gruplarla temaslarını sürdürmekte ve onları tahrike devam etmektedir. 28 Kasım’da Harim kuzeyindeki Yenişehir civarındaki Asker Çayırı denilen yerde kurulan Ermeni kampını ziyaret etmiş, Ermenilerle uzun uzun görüşüp, konuştuktan sonra tekrar Halep’e dönmüştür. Konsolos 3 Aralık’ta tekrar bu kampa gelmiş bir gece buralarda kaldıktan sonra İskenderun’a gitmiş ve 5 Aralık akşamına kadar orada kalarak delege Doryö ile görüşmüştür. 108

İtalyanlar tarafından çıkarıldığı muhakkak olan bir şayiaya göre Vatani Partisi taraftarları Milletler Cemiyetinde Sancak meselesini lehlerine halledemezlerse, İtalya’yı kendilerine yardıma çağıracaklarmış. Yine seçimlerden bir kaç gün evvel yapılan propagandaya göre Fransızlar Sancak’ta Araplar namına kendi adamlarını saylav (millet vekili) çıkartırlarsa vatani alevleri de yine İtalyanların himayesini isteyeceklermiş Türk gizli servisi bu şayiaların ciddiyetine ihtimal vermemektedirler. Ancak, İtalyanların Sancak’ın son günlerdeki karışık durumundan istifade ederek bölgedeki Ermeniler ve vataniler arasında propaganda yaparak kendilerine taraftar toplamak, karışıklık çıkarmak ve kurtarıcı rolü oynamak istedikleri kanaatindedirler. l09

Halep İtalyan konsolosu Antakya’ya gelerek, 12 Ocak 1937 tarihinde Türkler tarafından yapılan büyük protesto gösterisini sonuna kadar takip etmiştir. Daha sonra 18 Ocak 1937’de halk temsilcilerinden Abdülgani Türkmen’e İtalyan tebaasından Loran Balit ile haber göndererek Balit’in evinde buluşmak ve görüşmek istediğini bildirmiştir. Bu teklife Abdülgani Türkmen olumsuz cevap vermiştir. Eğer konsolos mutlaka görüşmek istiyorsa evinin açık olduğunu bildirmiştir.

İtalyan Halep konsolosunun, Reyhaniye’ye çok sık gelip gittiği ve İtalya’da tahsil etmiş belediye doktoru Minasyan ile de devamlı görüştüğü tespit edilmiştir. 110

İtalyanlar İskenderun Sancak’ı ile ilgilerini devam ettirmekte ve kendilerine sempati duyanların miktarını artırma gayretlerini sürdürmektedirler. 16 Ağustos 1938’de elde edilen bir habere göre Halep İtalyan kulübü başkanı Per Fruvo 50 kadar kulüp memuru ile birlikte Hatay’a bir seyahat yapmış ve tekrar Halep’e dönmüştür. Bu seyahat sırasında Fruvo ve arkadaşlarının Hatay’a bağlı Cebel-i Musa, Soğuk Oluk ve daha başka yerlerdeki halktan İtalya’yı istediklerine dair mazbatalar topladıkları tespit edilmiştir. 111

IX- TÜRK DOSTLUĞUNA ÖNEM VEREN CEMİYETLER

Bir kısım Araplar İtalyan, Fransız, İngilizlerin tesirinde kalarak Türkler ve Türkiye aleyhinde her türlü faaliyette bulunurlarken az da olsa bir kısım aklı selim sahibi Araplarda Türk dostluğuna ve kardeşliğine önem vermekte ve bu yönde gayretler sarfetmektedirler. Türk gizli servisinin 9 Ocak 1937 tarihli raporunda belirttiğine göre bu kuruluşlardan biri Halep’te kurulmuştur. Kurulan cemiyetin adı Hizbullaha-Ettürki-Elarabi-Elankazı Suriye” (Suriye’nin Teyakkuzu için Türk-Arap Kardeşlik Cemiyeti) dir. Kurucular arasında Tayyareci Hayrettin Lebabidi’de bulunmaktadır. 112

Diğer Türk dostluğuna önem veren kuruluş ise Trablusşam’da kurulan “Trablusşam Vatanperver Halk Heyeti” dir. MAH elemanları bu cemiyetin bütün fikir ve görüşlerini aksettiren 16 Ocak 1937 tarihli bir beyannamesini Türkçeye çevirerek 25 Ocak 1937’de Ankara’ya ulaştırmışlardır. Cemiyetin görüşlerini net ve açık bir şekilde gösteren bu beyanname metni aynen şöyledir. “Beyanname: Hakyolunda temiz bir savaş Arap Gençliğine Umumi bir hitap: İskenderun ve Antakya sancağında Arap kardeşlerimizle Türk kardeşlerimiz arasında münazaa vardır. Fazilet ve şeref size bu anlaşamamazlığı izole etmenizi icab ettirir. Asalet ve ihlas ile hareket edilirse dünyada yapılamayacak bir iş bulunmaz. Bizim kardeşlerimizle kavga etmemiz ve garp alemini kendimize güldürmemiz doğru değildir. O garp ki bizimle yüzlerce senelerden beri istihza ediyor. Munsıf olan komşularımız ve kardeşlerimiz ne istiyorlar? Onlar haktan uzaklaşmazlar. Biz onlarla ilelebet devam edecek bir kardeş ittifakı yapmak isteriz. Biz sancağın bütün halkına Türkiye ve Suriye’yi alkışlayacak bir ara bulmak istiyoruz. Büyük ağabey olan Türkiye elbetteki küçük kardeşi Suriye’yi teveccünden mahrum etmez. Ihlaskâr Arap gençleri! İskenderun ve Antakya Sancağına ara bulma ve İslah fikirleri götürünüz! Heyetlerimizi hazırlıyoruz, gitme günü son da bildirilecektir. Bu beyannamenin yazılışında samimiyet ve İhlasın âmil olduğunu söylemeye hacet yoktur.” Vatanperver Halk Cemiyeti/El Cennetü’l şiiyetül Vataniye Tarblusşam113

X- HATAY’DA SEÇİMLER VE SONUÇLARI

Türk-Fransız Askeri ve Siyasi anlaşmaların imzalanmasından sonra Hatay’da Seçimlerin tamamlanması için çalışmalara başlanmıştır. 15 Temmuz 1938’de Cevat Açıkalın ve Alb.Collet’in önderliğinde bir seçim komisyonu kurulmuştur. Seçmen listelerine 35.847 Türk, 11.319 Aleviler, 5504 Ermeni, 1845 Arap, Rum 2098 ortadoks ve 359 diğer cemaatlere kişi kayıt yaptırmıştır. Bunlardan her 100 seçmen bir ikinci derece sayıldığından 358 Türk, 1 13 Alevi, 55 Ermeni, 18 Arap, 20 Rum-Ortadoks ikinci derecede seçmen sayılmıştır. Bu işlemlerin tamamlanmasından sonra 20 Ağustos 1938’de ikinci derece seçmenler tarafından milletvekillerinin seçileceği ilan edilmiştir. Bunun üzerine Türk milletvekillerinin kimler olacağı konusunda çalışmalara başlanmıştır. Seçim 24 Ağustos’ta yapılmıştır. 114

Türk gizli servisi elemanlarından biri Hatay’da yapılacak seçimler ve sonuçları ile ilgili oldukça iddialıdır. 18 Ağustos 1938’de Hatay’daki seçim öncesi genel havayı şu şekilde tasvir etmektedir.

“Dün geldim. Memleket alt üst, sokaklar, kahveler ağa odaları vesaireler hep üst üste. Bu kadar kalabalık. Bilmeyenler adeta heyecana kapılır. Bütün bu hay huy, liste gelmiş mi, gelmemişini? Bu gün geliyor, liste Cevat Bey’e gelmiş, ayın 18’inde veya 19’unda partiye verilecek mi, filan veya filen dahil-i liste imiş... İşte memleket baştanbaşa bu şekilde meşgul ve heyecanla malidir. “Gizli servis elemanı seçim havasını bu şekilde tasvir ettikten sonra seçilecek milletvekili listeleri ve seçileceklerle ilgili olarak da çok iddialı bilgiler vermektedir. Bu elemana göre Antakya listesinden muhakkak seçilecek olanlar şunlardır: 1. Abdülgani Ağa Türkmen 2. Dr. Vedi Bilgin 3. Dr. İbrahim Kavlak. 4. Karasulu Kamil Ağanın oğlu Mehmed Kamil Karasulu 5. Nafi Miskî Cevat Bey tarafından istifa teklif edilmiş mukavemet göstermektedir. 6. Subhi Berakât 7. Bekir Ağa Berakat 8. Şoförlerin reisi İzzet. 9. Doktor Arif Hikmet (Süral) Cevat Bey tarafından istifa ettirilmiştir.

İskenderun listesi ise şöyledir: 1. Hamdi Selçuk, 2. Eczacı Abbas Efendi, 3. Mercan Büstan.

Kırıkhan’da ise liste şu şekildedir: 1 .Abdullah Mursal, 2.Abdurrahman Mursal 3.Çirkinzade Reşit Ağa, 4.Yunus Nadi’nin biraderi Sadık Hocanın oğlu Cevat (Abalı), 5.Belen Halkevi Reisi Şeydi Efendi (Oğuz), ö.Şeyhlizade Bahri (Bahadır). 115 MAH elemanının tespit ettiği isimler hemen hemen seçilmiştir. Antakya listesinden 9 kişilik bir tahminde bulunmuş ve hepsini tutturmuştur. Doktor Arif Hikmet’in Cevat Açıkalın tarafından istifa ettirildiğini yazmışsa da bunda yanılmıştır. Yine İskenderun listesinde üç kişinin ismini tahmin etmiş ve hepsini tutturmuştur. Aynı şekilde Kırıkhan listesinde altı kişinin ismini tahmin etmiş ve birinde Çirkinzade Reşit Ağa’da yanılmıştır. Türk İstihbaratının iyi çalıştığını görüyoruz.116 Gizli servis elemanı duyduğu ve öğrendiği bilgilerin doğruluğundan çok emindir. Bu iddiasını ise şöyle açıklamaktadır: “İşittiğim ve öğrendiklerim bu suretledir. Ben zannediyorum ki öğrendiklerimde onda bir hata ya vardır ve belki de yoktur. Mursal İnayet mebus olmuyor. Tayfur yerini mahafaza edecektir. Tayfur Reis-i devlet, Dr. Abdurrahman Başvekil, Abdülgani Ağa meclis reisidir. Bu verdiğim haberde de isabet olduğuna kaniim”117 MAH elemanı bu iddialarının isabetinden emin olduğu gibi, seçilecek heyetinde memleketin beklentilerini tatminden uzak olduğu kanaatindedir. Kanaatini raporunda şu sözlerle açıklamaktadır. “Bu münasebetle tekrar etmek isterim ki yarın bu liste intişar eder etmez, memleket cidden hayretler içinde kalacaktır. Çünkü liste ümit ve hayalin haricinde gibidir.”118

XI- SANCAK FİRARİLERİNİN SURİYE’DE TEŞKİLÂTLANMALARI

Hatay devletinin kurulması ile birlikte bir kısım ayrılıkçılar Suriye’de toplanıp birtakım faaliyetlerde bulunmaya başladılar. Hatay firarileri diye adlandırılan bu kimseler Halep’te “Büstan-ı Kulüp” da “İs’afi Muhacirîn adıyla bir dernek kurmuşlardır. Kurulan teşkilatın reisi Alber, kâtib-i umumi ise Memduh Selim’dir. Faal üyeler ise şunlardır: l.Karamurt Nahiyesi eski müdürü İhsan (alevidir). 2.Süveydiye Nahiyesi eski müdürü Süleyman (alevidir). 3.Antakya Muhasibi Sadık Mukayyet (Sünnî Arap). 4.Memduh Selim (Kürt). 5.Zeki Arsuzî (Alevi). 6.Nedim Verd (Alevi) 7. Zeki Kavvas (Alevi, müteaddid cinayetler işlemiş). 8.Moses (Ermeni).119

Bu teşkilat Hasan Cebbare’den aldıkları talimat doğrultusunda hareket etmektedir. Türk gizli servisi elemanı bu bilgileri bizzat yukarıda bahsi geçenlerden öğrendiğini ifade ederek verdiği bilgilerin sağlamlığını pekiştirmek istemektedir. Bunu verdiği bazı örneklerle de delillendirmektedir. Bu bilgilerin çoğunu berberi Vedi Usta’dan öğrenmektedir. Bunları öğrenmek için berbere bir miktar parada vermiştir. Suriye Hükümeti ile teması sağlayan ve para temin eden Hasan Cebbare’dir. İskenderun’dan para temin eden de yine Hasan Cebarre ile Zeki Arsuzî’dir. Çeşitli kaynaklardan para temin eden bu kimseler bol, bol harcamaktadırlar. Dernek üyelerinden Memduh Selim daha önceki Kürt isyanında da yine bolca bir paranın üzerine konmuştu. Antakya lisesi öğretmenliğinden istifa etmiş ve bol para yemişti. Şimdide aynı şekilde eski günlerine dönmüş ve bolca para harcamaktadır. Yeni Santral Oteli’nde yatıp kalkan Memduh Selim’in kendisi gibi bir arkadaşı vardır. Bu kimsenin adı tahsildar Yusuf Gariptir. Türk gizli servisi Sancak firarilerinden olan bu kişiden de birçok bilgiler elde etmiştir. MAH elemanının Yusuf Garip’ten öğrendiğine göre Memduh Selim 120, Sadık Mukayyit 90 ve diğer üyelerde ellişer, altmışar lira teşkilatlarından maaş almaktadırlar. Bunların dışında hemen her gün Sancak firarilerine yüzlerce lira maaş verilmektedir. Hatta teşkilat İskenderun ve Kırıkhan’dan geçen Ermenilere de bir miktar para verilmektedir. Ancak paranın miktarı ötekilerinki kadar çok değildir. Kusayrizade Selahattin Antakya’ya dönmüştür ve İs’afi Muhacirin teşkilatı ile daima irtibat halindedir. MAH elemanı, Selahattin hakkında “Sancak’a gidip gelebildiği için şahsen daha muzır bir vaziyette kalıyor” şeklinde düşünmektedir. Diğerlerini ise Sancak’a girip çakamadıkları için daha az tehlikeli olarak değerlendirmektedir. Bu arada Hatay’daki mülki idareciler ve halkevleri de bu olayları düşünüp, değerlendirip, tedbir alacak durumda değildir. Çünkü o anda meclisin teşekkülü, millet vekillerinin seçimi ve bunlarla ilgili diğer işlerle meşguldürler. 120

Türk gizli servisi, bu teşkilatın aleni olarak Halep’te çalışmasının ileride bazı kötü neticeler verebileceği tahmininde bulunmaktadır. Sancak sınırında karışlıklar çıkarabilecekleri tahmin edilmektedir. Zira gerek Hasan Cebbare gerekse Ermeni Moses sürekli para buluyorlar ve bunları tahrik ve teşvik ediyorlar. Ayrıca Fransızlarda bunlara sürekli maddi ve manevi destek sağlamaktadırlar. Yusuf Garip’in müracaatı üzerine Fransızlar “... biraz bekleyiniz müteessir olmayınız, meyusiyetiniz yakında izale edilir” diyerek manevi destek vermişlerdir. 121 Fransızlar bu sözlerinde ne kadar samimidir ve sözlerinin arkasında dururlar belli değildir. Ancak şimdilik bu söz ve davranışlar bu teşkilata manevi destek sağlamaktadırlar. Bu teşkilat adam bulmakta da fazla zorlanmamaktadır. Zira Sancak’ın her tarafından gelen firariler hep Halep’te ve teşkilatın eli altındadır. Ayrıca Halep ve havalisinde, Şam ve diğer yerlerde birçok Arap, Arap vatanperverleri veya Arap gençleri ve Türk düşmanları vardır. Hatta sırf para için teşkilata giren ve çalışan birçok kimse mevcuttur. İşte bütün bunları değerlendiren Türk gizli servisi elemanları, Sancak sınırlarında bir takım tatsız hadisatın meydana gelebileceğinin göz ardı edilmesini Ankara’ya rapor etmişlerdir. 122

Bu arada Haleb ve civarından bazı kimseler Türk gizli servisi elemanları ile temas kurarak pasaportsuz olarak Halep’ten Türkiye’ye gidip temaslarda bulunmak istediklerini bildirmişlerdir. Bu heyet muhtemelen Sancak yetkilileri ile sıcak ilişki kuramadıkları için Halep ve çevresi ile ilgili ne şekilde çalışmaları gerektiğini yapabileceklerini bizzat Türk yetkililerden öğrenmek istemişlerdir. Bu arada gidiş-geliş için yapılacak masrafı karşılayacak durumda da değildir. Halkevlerinin kendilerine yardımcı olmasını talep etmektedirler. Gizli servis elemanı bu taleplere olumlu cevap verilmesi taraflarıdır. Zira servis elemanının düşüncesine göre bu adamlar Türkiye’ye gidip geldikten sonra yaptıkları ve yapacakları masrafın kat, kat fazlası propaganda yapacaklardır. Bu düşüncelerle bu heyete her türlü yardımın yapılması raporda tavsiye edilmektedir. 123

XII- HAYAT DEVLETİ İLE SURİYE’NİN İLİŞKİLERİ

Türkiye Suriye’deki gelişmeleri yakından takip etmektedir. Suriyedeki seçimlerden sonra meclisin teşekkülü ile ilgili bilgiler 28 Aralık 1936 tarihinde Ankara’ya ulaştırılmıştır. Suriye meclisi 21 Ocak’ta merasimle açılmış ve Farisulhuri başkan seçilmiştir. Suriye Cumhurbaşkanı Mehmed Ali Abid istifa etmiştir. Yerine 82 oydan 74 ünü alan Haşimületasi seçilmiştir. Ata Eyyubi kabinesi istifa ederek yerine yeni kabine kurulmuştur. Yeni kabinenin teşekkülü şöyledir. Başvezir ve iktisad veziri Cemil Mürdüm, Dahiliye ve Hariciye Veziri Sadullah Cabiri, Adliye ve Maarif Veziri Dr. Abdurrahman Kiyali, Maliye ve Müdafaa Veziri Şükrü Kuvvetli Kiyali’dir. l24 Bilindiği gibi Türkiye ile Fransa arasında 26 Ocak 1937’de yapılan bir anlaşma ile Sancak Dışişlerinde Suriye’ye bağlı, İçişlerinde serbest “ayrı bir varlık” haline getirilmişti. 15 Haziran 1938 tarihli MAH raporundan anlaşıldığına göre Suriye, Hatay Devleti’nin aleyhinde çalışmalarını her vesile ile yürütmektedir. Faliyetlerinden şüphelenilen Suriye’nin Antakya gayri resmi murahhası Nebih Elazma’nın vekili Fuat Müferiç’in evi 6/7 Haziran 1938 gecesi basılmıştır. Baskın sırasında evrakına el konmuştur. Fuat ve iki katibi Halep istikametinde hudut dışına çıkarılmıştır. Kendisini hudut dışında bırakıp dönen Hatay’lı Türk polislere geç olmakla beraber günah çıkarırcasına oyuna geldiklerini itiraf etmiş ve “Bizim Türkler ile hiçbir husumetimiz yoktur, düşmanımız Fransızlar’dır.” demiştir.125

Suriyeliler Türk düşmanlığını sürdürmektedirler. Her vesile ile Türkiye ve Türklük aleyhine çalışmaktadırlar. Halep’te Özbegiye Bahçesinde 24 Temmuz 1938’de Fransızların Suriye’ye ilk girdikleri sırada şehit olan Harbiye Nazırı Yusuf Elazma için bir anma merasimi yapılmıştır. Böyle bir merasim sırasında bile fırsattan istifade hazır olan topluluğa Arap tarihinden, Hatay’dan ve özellikle Türklerin zulümlerinden bahseden nutuklar atılmıştır. 126

Bazı bozguncular Hatay dahilinde tahriklerde ve provakasyonlarda bulunmak üzere grupları teşekkül ettirmek üzere toplantılar yapmaktadırlar. Bu işlerde başı çekenlerden biride Lazkiye Sancağı Ceble kazası Kaymakamı Behçet Arnuk’tur. 23 Ağustos 1938 tarihinde Behçet Arnuk’un evinde İskenderun’un müdafaasa için toplantı yapılmıştır. Bu toplantıya şunlar katılmıştır. Ceble Sandık Emini Abdülmecit, Mal Müdürü Cemal Bağdadi, Lazkiye’den Avukat Mecit, Lazkiyeli Abdül Vahit Harun, Avukat Faiz İlyas, Abdülkadir Şereyta, İhsan Cabiri’nin adamlarından ve Lazkiye memurininden Abdullah İlyas, Cebleli Muharrem Muhsin, İbrahim Gencin yeğeni Behçet Nasur, Ceble köylerinin tanınmış alevilerinden Memduh Şakir Kavvas’ın eniştesi Şeyh Ali Zuhurî, Arsuzî’nin eniştesi Şaban Saidî, Cebleli Hacı Ethem İbrahim, Cebleli Cemal Ali. Bu toplantılar iki gün devam etmiş ve Lazkiye’den gelerek iştirak edenler tekrar dönmüşlerdir. Şeyh Ali ve Şaban Saidi Halep’e gitmişlerdir. Yapılan bu toplantıda Halep’in müdaafası için çete teşkilâtına ait mesail müzâkere edilmiş ve bu müzakerelerden sonra Cemal Ali, Dib ve Etem İbrahim Hatay hududunda çetecilik yapmak üzere 25 lira mukabilinde bazı serserileri kaydetmeye başlamışlarsa da bunlara şimdiye kadar ne silâh ve ne de para verildiği görülmemiştir.127

Suriyeliler karışıklık çıkarmak amacıyla Hatay’ın bazı köylerine baskınlar düzenlemekteydiler. Aslen Ayrancı Şarkî olan Abdürrezk emrindeki 9 kişilik çete ile Ayrancı Şarkî, Yeniköy ve Salla köyünü basmak istemiştir. Çete reisi Abdürrezzak Vatanilerin Reyhaniye elebaşılarındandır. Hatay’da idarenin değişmesi üzerine Suriye topraklarına kaçmıştır. Kendi arazilerindeki ekinlerinin Türkler tarafından biçildiğini duyunca başına birkaç serseriyi toplayarak Hatay hududundaki köylere tecavüzlere başlamıştır. Kendine ait harmanları yaktıktan sonra kaçmıştır. Abdürrezzak’ın bu hadiseleri çıkarmasını Hamam Nahiye Müdürü teşvik etmiştir. Onun bu davranışlarına Fransız askerleride göz yummak suretiyle yardımcı olmuşlardır. 128

Hatay hududunda çetecilik yapanlar hakkında yapılan araştırmalarda bunların çok ehemmiyetli ve düzenli eçet teşkilâtları olmadığı tespit edilmiştir. Bunlar Hatay’dan kaçan Arap ve Kürtlerden mürekkep derme-çatma bir teşekküldür. Bu çete gruplarına Suriye Hükümeti imkân ve destek sağlamaktadır. Çetelerin ençok faaliyette bulundukları yerler Harim ve Hamam bölgeleridir. Harim bölgesindekileri Şeyh Yusuf organize etmektedir. Hamam mıntıkasındakileri Organize edenler ise Ayrancı Şarkî köyünden Abdürrezzah ile Kürt Haydar ve Halil’dir. Bunlar fırsat buldukça hududuna yakın köylere baskın yaparak harman ve evleri yakmaktadırlar. Hepsi de Amik Ovasında çifçilik yapmış ve harmanlarını bırakarak kaçmışlardır. Bunlar şimdi Suriye’de sefil vaziyete düşmüş göçebe araplardır. 129

Bu çetelerin dışında yine Amik’teki Türk köylerine baskın yaptık üzere kurulan çete teşkilâtı hakkında Türk gizli servisinin Halep’teki elemanından elde edilen bilgiler 8 Eylül 1938 tarihli raporla ilgililere bildirilmiştir. Ötekiler gibi bu çete grubunda da başı çekenler Hataylı firarilerdir. Bunların önde gelenlerinden biri Reyhaniyeli ittihad-ı anasır fikrinin savunucularından Çerkez Şaban Ağa’dir Bu çeteler arasında Memduh Selim’e bağlı Kürtler de bulunmaktadır. Bu çete grubu doğrudan doğruya Şeyh Maruf Eldevalibî’den tahsisat almaktadırlar. 130

Bağımsız Hatay Devleti 2 Eylül I938’de resmen kurulduktan sonra Suriye ile ilişiklerinde Fransızların tahrik ve teşvikleriyle birtakım sıkıntılar yaşanmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi sınırlara tecavüz, köy baskınları, harman yangınları şeklinde devam eden sıkıntılara her geçen gün yenileri eklenmekledir. Bunlardan biri Hatay ile Halep arasında yolcu gidiş gelişlerinde sınır kapılarında zorluk çıkarılmasıdır. Hatay ile Türkiye arasındaki geçişler Hatay hala dışişlerinde Suriye’ye bağlı olduğu zamanki şartlarda devam etmektedirler. Bu ise Suriyelilere ve Fransızlara Hatay’daki genel durumu sıkıntıya sokmak için fırsat vermektedir. Bu fırsattan istifade ile Hatay’ı Suriye ve Türkiye arasında köşeye sıkıştırmak istemektedirler. Bu fikri ilk düşünen ve Fransızlara empoze eden Hatay’ın eski maliye reisi ve halen Halep maliye Reisi olan Hasan Cebbare’dir. Fransızlar tarafından da benimsenen bu düşünceye dayalı olarak Halep’ten sıradan bir kimseyi bile Hatay’a bırakmamaktadırlar. Buna karşılık Hatay’dan gelecek olanlara da kolay kolay geçiş izni verilmemesini yine Hasan Cebbare Fransızlara teklif ve kabul ettirmiştir. Hatay’dan Halep’e gidecek yolculara tatbik edilecek usul şöyledir: Fransızlar evvela müracaat eden yolcunun kabul edilip edilmeyeceğini Halep’ten sormakta ve Halep emniyeti muvafik cevap verdiği taktirde yolcuya Lesse Passe verilmektedir. Halep’e sorulan Hataylılar’ın %90’ina ise red cevabı verilmektedir.

Hatay ile Halep arasında yolcu nakliyatı hemen durmuş gibidir. Bundaki gayeleri şunlardır:

a. Halep’den herkesin serbestçe Hatay hududuna girmesine müsaade etmemekle Hatay pazarlarının felce uğratılması.

b. Hatay’ın meyve ve sebzelerinin çürümeye mahkum edilmesi.

c. Hatay’ın en bol senelerinde bile Halep’den Hatay’a yapılan un, buğday, eşya, etlik hayvanat sevkiyatını men ederek Hatay’ın hayat-ı umumiyesine tesir etmek.

d. Hatay hastalarını Halep hastahanelerine almayarak, Hatay’ın sıhhî durumunu tazyik etmek.

Bu düşünceler ile güçleştirilen Halep münalakalının akisleri nitekim kısa sürede görülmeye başlanmıştır. Ez cümle evvelce Halep ve cizarından her pazartesi günü 600-1000 arasındaki eşhasın iştirak ettikleri ve halen gelmedikleri Reyhaniye pazarının mültezimi şimdiden hükümete müracaatla tenzili bedel iddiasında bulunmuştur. Hatay’ın doktor ve tababet alet ve edevatına da olan ihtiyacı kesindir. Hatay’da idrar ve kan tahlil yapılamamaktadır. 50.000 nüfuslu Antakya gibi bir kasabada ihtiyaca yetişmesine imkân olmayan tekbir doktor Basil vardır. Türkiye’den gelen doktorlar hastalar gitmezler, Dispanserlere de ancak ayakta yürüyebilecek hastalara gitmektedirler. Bu gibi vaziyetlere çare arayan İnayet Bey’e Hataylıların bazıları yegâne çarenin Lesse Passe’nin ortadan kaldırılması olduğunu söylemişlerdir. 131

Fransızlar ve Suriyelilerin bu tutumundan Hatay halkı da yöneticileri de şikayetçidirler. Yukarıda da belirtildiği gibi Suriye’nin bu tutumunun sosyal, ekonomik ve sıhhî olumsuz neticeleri kısa zamanda kendini göstermeye başlamıştır. Bunun önüne geçmek ve sıkıntıları gidermek için Hatay hükümeti birtakım teşebbüslerde bulunmuştur. 29 Eylül 1938 tarihi itibariyle Türk gizli servisinin Ankara’ya aktardığı tespitleri şöyledir: “Hatay Dahiliye vekili, Kole’ye yazdığı bir tezkirede: “Suriye’den her kim isterse Hatay’a gelebilir. Hatta yolcular için tatbik ettiğimiz takayyüdat ile alakadar değiliz. İsterseniz bu takayyüdatı red edebilirsiniz. Çünkü biz umumi af ilan ettik. Ve hiç kimse hakkında yapacağımız bir takip siyaseti yoktur” denilmiş olmasına rağmen olan Hatay’dan Suriye’ye gidecek olanları Fransızlar evvela Suriye hükümetinden soruyorlar ve muvafakat ettikleri taktirde mürurlarına müsaade ediyorlar. İşte bu vaziyet gösteriyor ki, Suriye hükümeti Hatay hükümetine karşı hala tedbirli hareketinde devam ediyor. Mahaza Suriye hükümetinin bu tutumundan Franzilarda memnun olmadıklarını söylüyorlarsa da Fransızların ne derece samimi olduklarını bilmek şimdilik zordur.” 132

Türk Gizli Servisi Hatay hükümetini çok zor durumda bırakan bu uygulamanın sebeb ve kaynaklarını araştırmaya devam etmektedir. Fransızların, Suriye’nin bu tutumundan biz de şikayetçiyiz şeklindeki beyanlarında samimi olmadıklarını raporlarında sürekli işlemektedirler. Nitekim 12 Ekim 1938 tarihli bir gizli servis raporunda bu şüphelerinin haklılığını ortaya koyan yeni bilgiler delilleriyle Ankara’ya bildirilmiştir: “Hatay-Halep münalakatındaki takayyüdata dair alınan haberler şunlardır: Hatay’dan Halep ve civarına gidecekler hakkındaki takayyüdatın Suriye Hükümeti tarafından alınmış bir karar olduğu anlaşılmış ve bu işte Fransızların müdahalesi sezilmiştir. Şöyle ki: Hatay’dan Halep’e gidecek bir Türk’ün vesikasını almak maksadıyla Emniyet Müdürlüğüne giden ve güzel Fransızca bilen bir şahsa, okuması için Emniyet Müdürü bir kâğıt uzatmıştır. Okunan kâğıdın meali şudur: “Aşağıdaki isimleri yazılı olan eşhas Suriye Hükümeti tarafından alınan karara binaen Halep ve civarına gidemiyeceklerdir.” İsimlerin okunmasına meydan verilmeden kâğıt emniyet müdürü tarafından geri alınmış ve ayrıca bu karardan bahsedilmeyerek delegeye müracaat edilmesi ve hatta kendisinden şikâyette edilmesini ilave etmiştir. Bu suretle seyehati menedilmiş eşhasın meydana çıkarılması ancak istedikleri zaman kendilerine müsaade verilmeyişleriyle belli olabilecektir. Adalı Mehmet ile oğlu Nafi ve Antakya Belediye Reisi Vedi Münür’ün Halep Seyahatleri için Vaki müracaatlarında Adalı’ya derhal vesika verilmiş, diğerleri için delegeye müracaatları lüzumunu bildirmiş ve Suriye ile birkaç gün süren muhabereden sonra ancak vesikaları verilebilmiştir. Eğer bu karar yanlız Suriye Hükûmeti’nin bir kararı olsaydı, sonradan bu iki şahsa müsaade edilmemesi icab ederdi. Cereyan-ı hale göre Fransızlarında bu işte medhalder oldukları anlaşılmıştır.” 133

Türk Gizli servisi 12 Ekim 1938’de verdiği raporda Halep’deki Suriyeli Emniyet Müdürünün gerçekte Suriyeli olmadığını tespit etmiştir. 27 Ekim 1938 tarihli istihbarat raporunda “...Emniyet müdürü olarak adı geçen zatın aslen Fransız ve Kole’nin yokluğunda kendisine vekâlet den Delege muavini Dömenk olduğu anlaşılmıştır.” denilmiştir. 134

Arap Birliği savunucularından Usbeciler Hatay’daki arapların Suriye’ye göçmelerini teşvik için yeni bir propagandaya başvurmuştur. Türk gizli servisinin tespitlerine göre Usbeci Başkan Zeki Arsuzî, Hatay okullarındaki Arap talebelerin parasız olarak Suriye Okullarına kabul edilmeleri için Suriye Hükümeti nezdinde teşebbüste bulunmuştur. Suriye Hükümetinin teklife olumlu cevap vermesi üzerine Hatay okullarından bazı öğrenciler Suriye’ye geçmeye başlamışlardır. Ancak beklenenin aksine Araplardan çok, ekserisi alevi, Rum ortodoks olan talebeler yavaş yavaş Suriye’ye geçmeye başlamışlardır. Bu durumun Suriyeli Araplar üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi önlemek üzere Suriye maarif nezareti geçişi güçleştirecek bazı tedbirler almaya başlamıştır. Bu tedbirler meyanında Hama Lise’sine müracaat eden talebelerden bir “şahadetname” isteyerek güçlük çıkarmıştır. Bu öğrencilerin çoğunda şahadetname alamadığından geri dönüp Antakya Lise’sinden diploma istemişlerdir. Antakya Lisesi ise bu talebi haklı olarak sürüncemede bırakmıştır. Bu durum karşısında öğrencilerin bir kısmı lisenin Arapça kısmına yeniden kayıt yaptırmış, bir kısmı da okulu terketmiştir. Okula kayıt yaptıranların sayısı 4’tür. Diğerleri ise boş gezmektedirler. 135

SONUÇ

Hatay Meselesi Atatürk’ün sağlığında üzerinde durduğu en önemli konulardan biridir. Belgelerden de anlaşıldığı gibi 1936 yılından başlayarak ölümüne kadar bu meselenin takipçisi olmuştur. Bu özel ilgi dolayısıyla Hatay o dönemde Türkiye’nin dış politikasında devamlı birinci sırada yer almıştır. Bu meselenin çözümü için gerek dışişleri yetkililerinin, gerekse Türk istihbarat teşkilatının yoğun bir çalışma içerisinde oldukları görülmektedir. Dışişleri, uluslararası hukuk ve ikili anlaşmalar çerçevesinde bu olayın çözümü için gerek Fransa, gerekse Birleşmiş Milletler nezdinde her türlü teşebbüste bulunmuştur. Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilatı Adana Bölge Başkanlığı ise kendi ilgi alanı çerçevesinde meselenin peşini bırakmamıştır. Yine elimizdeki belgelerden anlaşıldığına göre Türk gizli servisi gerek Sancak dahilindeki halkın, gerekse Suriye Hükümeti ve Fransız yetkililerin hal ve hareketlerini yakından takip etmiştir. Sık, sık Ankara’ya ulaştırdığı bilgilerle merkez-i hükümetin bu konuda politikalarını oluşturmasına yardımcı olmuştur. Türk gizli servisinin çalışmalarının sonuçları şöyle sıralayabiliriz:

1- Teşkilat Fransızları yakın takibe alarak faaliyetlerini Ankara’ya bildirmiştir. Etnik ve dini gruplarla ilişkilerinin ne ölçüde olduğunu, silah ve para yardımı yapıp yamadığını merkeze bildirecek ikili görüşmelerde strateji belirlenmesine yardımcı olmuştur.

2- Etnik grupların sosyal durumlarını, dini yapılarını, siyasi faaliyetlerini ve birbirleriyle ilişkilerini yakından takip etmiştir.

3- Türklerin moral bakımdan takviye edilmesine yardımcı olmuştur. Türkiye’nin daima yanlarında olduğu Türklere hissettirilmiştir. Fransızların müslümanlar arasındaki mezhebi farklılıkları körüklemesine engel olunmaya çalışılmıştır.

4- Fransızların dışında bölgede çıkar peşinde koşan ve bunun için faaliyette bulunan İtalyanlar yakından takip edilmiştir. İtalyanların bölgedeki etnik, dini gruplar ve kişilerle ilişkileri sürekli Ankara’ya rapor edilmiştir.

5- MAH elemanları seçim sonuçları ile ilgili yüzde yüze yakın isabetli tahminlerde bulunmuşlardır.

6- Hatay bölgesinde yaşayan bazı Çerkezler, bir kısım Ermeniler ve Kürtler Türkiye taraftarı tutum izlerken, Arapların büyük bir kısmı Suriye taraftarı bir tutum içindedirler.

7- İkinci Dünya Savaşı öncesi dünya siyasi konjoktörü çok iyi bir şekilde değerlendirilerek Hatay’ın bağımsızlığına kavuşması ve daha sonra Türkiye’ye iltihakı sağlanmıştır. Bu neticenin alınmasında Türk gizli servisinin diğer unsurlarla birlikte yaptığı çalışmalar önemli bir rol oynamıştır.

Hatay çok eski yerleşim merkezlerinden biridir.

Tunç Devrinde Amik Ovasın’daki beylikler Mezopatamya’dan gelen Akadların egemenliği altındadır.Yöre, M.Ö..1800-1600 yılları arasında, merkezi Halpa (Halep) olan, Yamhad Krallığı’na bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır. Bundan sonra , önce anadoludaki Hititlerin, daha sonra da Mısır Firavunlarının egemenliği altında bulunmuştur.

M.Ö.9. yüzyıldan sonra Asurların ve Van yöresinden gelen Urartuların egemenliği dikkati çeker.

M.Ö. 680’li yıllarda Karadeniz’in doğusu ve Kafkaslardaki Kimmerleri kovalayarak, Kafkasları aşan Saka’ların (Türkmen/ Oğuzların ataları) destan kahramanı “Afrasyab”, diğer adıyla “Oğuz Han”, sahnede görülmektedir. O dönemde Saka’lar Çin’den Karpatlara, Filistin’den Urallara kadar hükmetmekteydi. Bir cihangir hükümdar olan Oğuz Han M.Ö. 654 yılında Filistin yöresine geldi.10 yıl kadar sonrada Türklerin “Batak şehir” adını verdikleri Antakya şehrini zapt etti Burada 18 yıl kaldıktan sonra 626 yılında ayrıldı.

M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında İran’da kurulan Pers İmparatorluğu, Ortadoğu’nun Babil ve Asur baskısından bıkmış halkı tarafından kurtarıcı gibi karşılandı. Bu dönemde yörede uzun süre huzursuzluk ve ayaklanma görülmedi.

İskender ve Antakya Şehrinin Kuruluşu

Anadolunun fethini takiben Gülek boğazından Çukurova’ya geçen büyük İskender, M.Ö 333 yılında Pers İmparatoru üçüncü Daryus’u, İskenderun körfezinin doğusunda bulunan İsos’ta, yenerek yöreyi ele geçirdi.

M.Ö 323 yılında İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında nüfuz mücadelesi başladı. M.Ö.312 yılında birinci Antigonos’u yenen Seleukos, Asur ülkesi ile İran’ı kendine bağladı. Dicle kıyısında kurduğu Seleukia kentini devlet merkezi yaptı. Antigonos ise M.Ö. 307 yılında bugünkü Antakya’nın biraz kuzeyinde Asi nehri kenarında bir şehir kurmuş ve bu şehre “Antigonia”adını vermişti.

Antigonos M.Ö.301 yılında birinci Seleukos Nikator’la yaptığı savaşta öldü. Seleukos M.Ö 23 Nisan 300 tarihinde Akdeniz kıyısında Seleukia (bugünkü Samandağ-Çevlik) kentini kurdu ve başkenti buraya taşıdı. Daha sonra da, Antigonia’yı yıktırıp daha güneyde dağ eteğinde (yani Antakya’nın bugünkü yerinde) yeni bir şehir kurulmasını emretti. Şehrin temeli M.Ö. 22 Mayıs 300 tarihinde atıldı. Seleukos şehre babasının ( yada oğlunun) adına izafeten “Antiokheia”adını verdi.Bu isim zamanla “Antakya” şeklini almıştır)

Başkent Antakya hızla gelişip önemli bir merkez oldu. Zamanla bir Olimpiyatlar şehri olarak ün yaptı ve muhteşem Olimpiyatlarıyla anıldı.


Roma ve Bizans Dönemi


M.Ö.64 yılında Antakya, Roma imparatorluğuna katıldı ve Suriye eyelatenin başkenti oldu. Milattan sonra I.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hırıstiyanlık, Küdüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hırıstiyanlığın ilk kilisesi Antakya’da kuruldu. Bu yüzyılda, Antakya nüfüs bakımından Roma imparatorluğu’nun, Roma ve İskenderi’yeden sonra, üçüncü büyük şehriydi.

Antakya, Asi nehri ile Silpiyus dağı arasındaki meyilli arazide kurulmuştur. Önemli anayolları kavşak noktasında bulunması ve önemli limanlara sahip olması nedeniyle hem maddi hem kültürel yönden oldukça gelişmiştir.

M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Antakya doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kaldı.


Arap Uygarlıkları Dönemi

638 yılında Antakya İslam ordularınca kuşatıldı. Şehir anlaşma ile teslim alındı.
661-750 yılları arasında (Emeviler dönemi) Halep’e bağlı olarak yönetildi. Abbasiler devrinde sakin bir dönem yaşadı. .968 yılında Bizans ordusunun kuşattığı şehir 969 yılında teslim oldu. Böylece 331 yıl süren İslam dönemi sona ermiş, Bizans hakimiyeti başlamış oldu.


Süleyman Şah’ın Antakya’yı fethi

Abbasi döneminde bölgede önemli bir Türk nüfus birikimi gerçekleşmiş, Doğudaki Selçuklu varlığı da Türklerin yörede yayılmasında büyük etken olmuştur. Batı Anadolu’da bir çok fetihler yapan Kutalmışoğlu Süleyman şah 1074 yılında güneye gelmiş, Antakya’yı kuşatmış, Vali İsaaikos Komnenos’un 20 000 altın karşılığında bir barış anlaşması yapması üzerine kuşatmayı kaldırıp Anadolu’ya dönmüştü.

1080’li yıllarda Antakya Valisi olarak görev yapan Philaretos Brachanios, kötü ve baskıcı yönetiminden dolayı halkı ve emrindeki görevlileri usandırmıştı. Valinin yönetiminden bıkan yöneticiler, onun 1084 yılı sonlarında Urfa’ya gidişini fırsat bilerek , Süleyman şah’ı Antakya’ya davet ettiler. Bu çağrıya uyarak 300 atlı ile 12 günde İznik’ten Antakya’ya ulaşan Süleyman Şah, 12 Aralık 1084 günü Antakya’ya girdi. Bir süre sonra kendisinden vergi isteyen Musul Emiri Müslim’le yaptığı savaşı kazandı (12 Haziran 1085). Fakat Süleyman Şah’ın ordusu bir yıl sonra Filistin Selçuklu Hükümdarı Tutuş ile Halep civarında yaptığı savaşta yenilgiye uğradı ve savaş sırasında kendisi de öldü (Haziran 1086). Aynı yıl Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Antakya’ya geldi. Süveydiye’ye kadar gitti.Yağısıyan’ı Antakya’ya vali tayin ettikten sonra bölgeden ayrıldı.


Haçlı seferleri ve Antakya Kontluğu

1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya geçen Haçlı orduları İskenderun’u aldıktan sonra Antakya önlerine gelerek şehri kuşattı (21 Ekim 1097)..Kuşatmaya uzun süre direnen Antakya nihayet 3 Haziran 1098’de teslim oldu.

Birinci ve ikinci Haçlı Seferleri sırasında Suriye bölgesi Bizanslıların elinden çıktı. Bölgeyi Müslüman beyliklerle Latinler paylaştı. Bu dönemde yönetim merkezi Antakya olmak üzere Ceyhan ırmağından Lazkiye’ye kadar olan bölgeyi kapsayan bir dükalık (Antakya Persliği veya Antakya kontluğu ) kuruldu.

Antakya 1137 yılında Kilikya seferine çıkmış olan Bizans İmparatoru Jan Komnenos tarafından zaptedildi. Antakya Persliği Bizansa tabi oldu.


Eyyubiler ve Memluklular Dönemi


Eyyübi Sultanı Selahaddin Eyyubi, Halep’ten sonra bölgedeki birçok kaleyi ele geçirmiş, Eylül 1188’de Haçlıların elinden olan Bakras ve Darb-ı Sak kalelerini de zaptederek Antakya’nın Anadolu ile bağlantısını kesmişti. Selahattin, bölgedeki bütün kaleleri zaptetmek için sefer planlarken 3.Haçlı Seferinin başlaması üzerine bu sefer gerçekleşmedi, orduları 1191 yılında bölgeden tümüyle çekildi.

13.yüzyılda merkezi Mısır’da olan Memluk Devletinin orduları Amik Ovası’na kadar ulaşmış, 1261 ve 1262 yıllarında Antakya’yı iki defa kuşatmışlardı.1268 yılında tekrar yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Koz Kalesini zaptettikten sonra Antakya’yı kuşattı.18 Mayıs 1268 tarihinde şiddetli bir savaş sonucunda Memluk ordusu şehre girmeyi başardı. Bundan sonra da Baybars, Bakras ve Darb-ı Sak kalelerinide zaptetti.

Memluklerin gelişi ile Antakya’da 171 yıl hüküm süren Antakya Haçlı Persliği sona ermiş oluyordu.

Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgeye gelen 40.000 evden fazla Türkmen Gazzeden itibaren Antakya ve sis (kozan) sınırına kadar Haçlılardan temizlenmiş olan sahil bölgelerine yerleştirildi.

14.yüzyılda yöreyi ziyaret eden seyyah İbn Batuta, Antakya’nın nüfusu kalabalık, binaları güzel su ve yeşilliği bol büyük bir şehir olduğunu, Amik Ovasında Türkmenlerin sürüleri ile konakladıklarını yazar. O dönemde Amik Ovasında Bozoklardan Avşar, Beğdili ve diğer Türkmen boyları yaşıyordu.

14. ve 15.yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya yörelerinde Avşarlar ve Bayatlar çoğunluktaydı. Kuzey Suriye Avşarlarından Gündüzoğulları Amik Ovasın’da yaşıyorlardı. Bu dönemde Dulkadiroğlu Süli Bey’le anlaşan Özeroğlu Davut Bey Memlüklere karşı ayaklanarak Antakya’yı ele geçirdi, fakat 1411 ylında Halep Valisine yenilince şehri Gündüzoğullarına terkedip çekildi. Gündüzoğullarının Antakya hakimiyeti de kısa sürdü. 1432 yılında Antakya’dan geçen seyyah Bertrondon de la Broguiere’in naklettiğine göre o zaman bu bölgenin başkenti Antakya olup, şehir surları içinde üçyüz kadar ev bulunuyordu.


Osmanlılar Dönemi


15.yüzyılda Osmanlı toprakları güneye doğru genişleyip Memlük sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlar da başladı.1487 yılında Çukurovada Memluk ordusu Osmanlı ordusunu yendi, komutanı Hersekzade Ahmet Paşayı esir aldı.1488 yılındaki seferde de Memlük ordusuna karşı başarı sağlanamadı. Nihayet 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.

Bu yıllarda Ümit Burnu yolunun keşfedilmesi ticaret yolunu değiştirdi. Avrupa-İskenderun arasında işleyen gemilerin sayısında azalma oldu. İskenderun ve çevresi bundan çok etkilendi. 1516 yılının Ağustos ayı sonlarında Yavuz Sultan Selim Memlüklerle yaptığı Mercidabık Savaşını kazanıp Halep’e girdikten sonra buraya bağlı olan Antakya ve havalisi de Osmanlı Hakimiyeti altına girmiş oldu. Şehre ilk vali olarak Bıyıklı Mehmet Paşa tayin edildi. 1552 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla Belen’e cami, han, hamam, imaret ve ziyaret yapımına başlandı. Belen’e 250nefer derbentçi yerleştirildi. Bundan sonra yine yol güvenliğini sağlamak için Payas’ta ki eski kale ve hendeği sökülüp tümüyle yeniden yapıldı.(1567-1571). Yine Payas’ta kalenin karşısında Sokullu Mehmet Paşa’nın 1568 yılında yapımını başlattığı cami, han, hamam, arasta ve imaretten oluşan külliye 1574 yılında tamamlandı.

Yörede bundan sonraki dönemde bilinen tek önemli olay 1607 yılında devlete karşı isyan bayrağını açan Canbolatoğlu üzerine açılan seferdir. Bu seferde Murat Paşa, Oruç(yada Ruc) Ovasında Canbolatoğlu’nu bozguna uğrattı.

17.yüzyılda yörede Süveydiye, Payas, İskenderun iskeleleri faal durumdaydı. Ticaret kervanları gibi Surre Alayıve hacı kafileleri de Payas,İskenderun, Belen, Antakya güzergahını izleyen ve Anadolu ile Arap bölgelerini birbirine bağlayan bu ana yoldan geçiyorlardı.

1648 yılında İskenderun ve Antakya yöresinden geçen Evliya Çelebi, yazdığı seyahatnamede özellikle Payas, İskenderun, Belen, Bakras ve Antakya hakkında çok önemli bilgiler vermiştir.

17.yüzyılın sonlarında güvenliğin yeterince sağlanaması sebebiyle yöredeki birçok köy harap olmuş, çoğu köylüler yerlerini terkettikleri için köyler boşalmış üretim azalmaya başlamıştı. Buna karşı tedbir olarak 17.yüzyıl sonları ile 18. yüzyıl başlarında yapılan iskan ve ıslah çalışmalarının devamı olarak 1703-1704 yıllarında Vezir Hasan Paşa Bakras yakınların-
da anayol güzergahındaki Karamut mevkinde büyük bir han,cami ve imaret yapılmasını emretti, yapım 1706 yılında tamamlandı. Burada aynı zamanda mustahkem bir kasaba inşa edildi ve yol güvenliği için derbent teşkilatı kuruldu.Böylece bölgede güvenlik sağlanmış oldu.
1769 yılında Abdurrahman Paşa’nın çabalarıyla etraftan ahali getirilip Belen’e yerleştirildi.

Aynı dönemde Payas ve çevresinde hızla güçlenen ve ana yolun kontrolunu ele geçiren Küçükalioğulları ailesi devlete başkaldırdı. Bu durum 19.yüzyıl ortalarına kadar devam etti.

1832 yılında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğllu İbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriye’yi zaptetti.Osmanlı ordusu Beylan (Belen) Boğazı’na çekilerek burada savunma düzeni aldı. Fakat İbrahim Paşa’nın ordusu burada 28 Temmuz 1832 günü yapılan savaşı kazandı. Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi. İbrahim Paşa ordusu buradan İskenderun’a geçerek yoluna devam etti. Yörede 1839 yılına kadar İbrahim Paşa’nın kurduğu düzen devam etti.

19.yüzyılda Gavurdağı yöresinde huzur ve aşayiş bozulmuş, Sivas’a kadar uzanan geniş bir bölgede isyan hareketleri baş göstermiştir. Bu bölgeyi ıslah etmek ve düzeni yeniden kurmak için Müşir Derviş Paşa komutasında “Fırka-i Islahiye “adıyla kurulan ordu1865 yılı ortalarında İskenderun’a geldi,Belen yoluyla Amanos dağları geçilerek harekata başlandı. İsyancı aşiretler itaat altına alınmak suretiyle bölgede huzur sağlandı. Ordunun konakladığı yerde bir kışla yapıldı. Kaza merkezi olmak üzere kışla yanında birkaç yüz hanelik bir kasaba inşa edildi. Buraya ilk önce Hassa taburları ayak bastığı için kasabaya “HASSA” adı verildi.

1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılışı İskenderun iskelesini, dolyısıyla yöre ekonomisini olumsuz etkiledi. 16 Nisan 1872 tarihinde meydana gelen şiddetli deprem Antakya ve köylerinde büyük tahribat yaptı. 1500 ölü, bir o kadar da yaralı vardı.

Süveyş Kanalının açılmasının İskenderun ve havalisinin yaşayışı üzerindeki olumsuz etkilerinin telafisi için başlatılan İskenderun-Halep şosesinin yapımı 1886 yılında tamamlandı. 1904 yılında yapıma başlanan İskenderun-Toprakkale demiryolu hattı ise 1 Kasım 1913 tarihinde tamamlanarak işletmeye açıldı.

Nisan 1909’da Adana’da meydana gelen Ermeni olayları Dörtyol, Kırıkhan ve Antakya’ya da sıçradı, bu bölgelerde de olaylar oldu.1915 yılında ikinci bir ermeni olayı yaşandı ve Süveydiye’de, Musa Dağı eteklerindeki köylerde yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmı, hükümetin emrine rağmen tehcire gitmeyerek Musa Dağına çıkıp devlete isyan ettiler, ordu birlikleri ile silahlı mücadeleye giriştiler. Sonuçta,kıyıya yanaşan Fransız savaş gemileri tarafından Mısır’a taşındılar.


Birinci Dünya Savaşı, Fransız İşgali ve İşgale Karşı Çete Savaşları


1.Dünya Savaşı yıllarında Araplar Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettiler. Osmanlı topraklarının paylaşılması için1916 yılının Mart ayında Petersburg’ta Sykes-Picot-Sazanof
(İngiliz, Fransız, Rus temsilcileri) arasında görüşme yapıldı. Buna göre Güneydoğu Anadolu’yuve Suriye’yi Fransa bunun güneyinde kalan bölgeyi özellikle Irak’ı(petrol bölgesi) İngiltere alacaktı.

Antakya, İskenderun ve Harim’i içine alan “İskenderun Sancağı’nı oluşturdu. Sancak bir askeri vali tarafından yönetilecekti.

7 aralık1918 günü İskenderun’dan gelen bir Fransız birliği Antakya’yı işgal etti. Bundan 4 gün sonra 400 Ermeniden oluşan bir Fransız taburu Dörtyolu işğal etti. Ermenilerden geri dönenler de Dörtyol çevresinde toplanmış olduklarından bu civardaki Ermeni nüfusu 10.000’i aşmıştı. Fransız taburundaki Ermenilerle Ermeni çeteleri taşkın ve saldırgan davranışlarıyla yöredeki Türkleri tacize,işkence etmeye, soymaya,hatta öldürmeye başladılar.

Bunun üzerine silahlanıp dağa çıkan Türkler çeteler halinde örgütlenerek hem de saldırılara karşı koydular hem de halka güven vermeye başladılar. Bu ortamda 19 Aralık 1918 günü Karakese köyüne bir saldırı düzenleyen Ermeni askerlerden oluşan Fransız müfrezi silahlı direnişle karşılaştı. Köy girişindeki barikatta meydana gelen çatışmada Fransızlar 15 ölü bırakarak çekildiler. Bu çatışma Milli Mücadele tarihimizin önemli bir başlangıç noktası ve kurtuluş savaşımızın İLK KURŞUNU dur.

Bu çeteler daha sonra Kuva-yı Milliye’ye katıldılar ve bölgedeki işgal birlikleri üzerine baskın ve saldırılar düzenleyerek onları yıldırdılar.

Aynı şekilde Antakya,Reyhani’ye ve Kuseyr (Altınözü) bölgelerinde kurulan ve Maraş’taki kolordu’ya bağlı olarak faaliyet gösteren çeteler de Fransızlara mücadele ettiler, onlara adım attırmadılar, rahat nefes aldırmadılar. Bu mücadelenin devamı olarak Eylül 1920’de Kırıkhan , Hassa arasnda meydana gelen Boklukaya Savaşı çetelerin zaferiyle sonuçlandı. 1921 yılı ilk baharında ise Kuseyr’de ve Yayladağı civarında çeteler duruma hakim iken buraya Antakya’dan ve Lazkiye’den dağlık bölgelerdeki savaş için özel olarak yetiştirilmiş subay ve askerlerden oluşan takviye Fransız birlikleri gönderildi. Bunlara karşı çeteler cephe oluşturmuş, mücadeleye başlamışlardı. Ancak Ankara İllafnamesi görüşmeleri nedeniyle mücadelenin durdurulması ve çetelerin çekilmesi emri geldi.Temmuz 1921’de çeteler Anadolu’ya çekildi.


Hatay Fransız işgalinde

Bunu takip eden günlerde, 8 Ağustos 1921 tarihinde Fransız Yüksek Komiserliği İskenderun ve havalisinde Fransız işgali altında özerk bir “sancak”teşkilatı kurulmasını öngören yeni bir kararname yayınlandı. Buna göre sancağı bir “mutasarıf”yönetecek ve Halep Devlet Reisi’nin retkilerini sahip olacaktı.Türkçe,Arapça gibi resmi dil kabul edilecek, Sanca’kın kendine mahsus bütçesi olacaktı. 12 Eylül de yeni bir kararla,halk Araplar
dan oluşan Harim (Reyhaniye hariç) Sancaktan ayrılıp Halep’e büyük bir Türkmen nufüsu
nun yaşadığı Bayır-Bucak bölgesi ise Lazkiye’ye bağlandı.

Ankarada Fransız temsilci Franklin Bouillon la Haziran 1921 de başlayan ve iki devlet arasında devam etmekte olan savaşı durdurmayı amaçlayan görüşmeler sonucunca, 20 Ekim 1921 günü Türkiye ile Fransa arasında Ankara itilafnamesi imzalandı. Bu itilafname (ön barış Antlaşması) ile savaş sona erdi, Türkiye ile Fransız işgal bölgesi olan Suriye arasında Payas’tan başlayıp düz bir hat halinde Kilise ve oradan Fırat’a doğru uzanan bir sınır çizildi. İtilafname ile belirlenen bu sınıra göre İskenderun sancağı sınırlarımız dışında kalıyordu. Fakat İtiklafnamenin 7.maddesi hükmüne göre İskenderun mıntıkası için özel bir idare şekli kurulacak, mıntıkanın Türk ırkından olan sakinleri kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkanlardan yararlanacak Türk dili orada resmi dil niteliğine sahip olacaktı.

Türkiye ile Suriye arasında çizilen sınıra göre Dörtyol ( Payas dahil) ve Hassa, TürkiyeSınırları içinde kalmış, Fransızlar 1921 yılının son günlerine kadar Erzini ve Dörtyol’u boşaltarak güneye çekilmişler, Daha sonra durumu itilaflı olan Hassa da sınırlarımız içine alınmıştır.1922 yılı sonunda Belen kaza teşkilatı, dışardan gelen ermenilerin yerleştirildiği Kırkhan’a nakledildi. Krıkhan ilçe, Belen ise Kırkhan’ın nahiyesi oldu.

Bu yeni dönemde Antakya, İskenderun ve havalisi Türkleri anayurttan ayrı yaşamaya alışamışlar, her fırsatta Türkiye’den,memleketlerinin işgalden kurtalınması talebinde bulun
Muşlardır. Niketim Gazi Mustafa Kemal Paşa Lozan görüşmelerini kesintiye uğradığı sıkıntılı
Bir dönemde 15 Mart 1923 te Adana’ya geldiğinde Antakya’lılar kendisini karşıladılar. Bura
Da Gazi Paşa kendilerine :”Kır asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz!”sözüyle kurtuluş vadetti .

Bundan sonra 24 Temmuz 1923 te imzalanan Lozan barış antlaşmasının 3.maddesi ile 1921 yılında imzalanan Ankara itilafnamesi hükümleri ve bu itilaf name ile belirlenmiş olan Tütrkiye-Suriye sınırı aynen kabul edildi.

Ocak 1925 ve Mayıs 1926 da Gazi Mustafa Kemal Paşa Dörtyol’u ziyaret etti. Burada kendisine ev ve çiftlik armağan edildi.

1925 yılının Aralık ayında Sancak ileri gelenlerinden 14 kişi Yüksek Komiserliğe dilekçe vererek Sancak’ın manda altında, doğrudan yüksek komiserliğe bağlı bir devlet olması talebinde bulundular. Ocak 1926 da Sancakta mebus seçimi yapıldı ve oluşturulan meclis ilk toplantısını şubat 1926 da yaptı. Bu meclis Mart 1926 başlarında kurucu meclis olarak toplanıp “Bağımsız İskenderun devleti”nin kuruluşunu ilan etti. Bir anayasa hazırlayıp, Delege pierre Durieux,yu hükemet reisi atanmak üzere teklif ettiler. Hem sancaktan gelen yüksek vergilerden mahrum kalan hem de bu ayrılıştan rahatsız olan Suriye yöneticileri yüksek Komserliğe baş vurarak Sancağın Suriye birliği içinde yer alması talep edip, İskenderun hükümetini ikna etmek için girişimde bulunma izni istedi.Yüksek Komiserlik mayıs ayında Suriye yöneticilerine,anayasanın halka tanıdığı halkların zarara uğratılması şartıyla görüme izni verildi.Aslında sancaktan meydana gelen bu değişiklik Fransızlarında işine gelmemişti

İskenderun hükümeti Suriyelilerin israrlı baskıları ve Fransız askeri yetkilileri tehtitleri sonucunda 12 Haziran 1926 da bağımsızlık ilanı kararını geri aldı ve eskisi gibi özerk yönetimle yönetilmeye razı oldu.

Bu yıllarda sancakta yaşayan Türklerin gözü kulağı Türkiye de idi gelişmeler takip edilmekte en küçük bir haber Sancak’ın Türkiye’ye verileceği şeklinde yorumlanmaktaydı.


Seçimler ve Hatay Devletinin Kuruluşu


Suriye, Fransa’nın mandası altında olduğundan ülkenin kaderi Fransa’nın vereceği kararlara bağlıydı. Lübnan’da bulunan Fransız Yüksek Komiserinin kararları Suriye Meclisini de Üstündeydi. Suriye’nin bu durumdan kurtulması ve bağımızlığına kavuşması için uzun süre görüşmeler yapıldı. Nihayet 9 Eylül 1936 da Suriye-Fransa antlaşması imzalandı. Bunun üzerine Türkiye konuya müdahale etti. Ama Fransızlarla bir antlaşmaya varılamadığı için konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Uzun görüşme ve incelemelerden sonra Milletler Cemiyeti Konseyi 27 ocak 1937 toplantısında İskenderun sancağına bağımsızlık verilmesini kabul etti. Sancak İç işlerinde tam bağımsız, dış işleri, maliye ve gümrük konularında Suriye’ye bağlı olacaktı. Bundan sonra yine Milletler Cemiyeti tarafından oluşturulan ve bir Türk temsilcinin de katıldığı “Mütehassıslar Komitesi”nin hazırladığı “Sancak Statü ve Anayasası” 29 Mayıs 1937’de kabul edildi ve 29 Kasım 1937’de yürürlüğe girdi.

Devletin esaslarını ve anayasasının belirlenmesinden sonra sıra Milletler cemiyeti nezaretinde sancak nüfusunun cemaatlere göre belirlenip kaydedilmesine ve seçimlerin yapılmasına gelmişti. Bunun için seçmen yazımı yapılması gerekiyordu. Ancak işgal başlangıcından beri çok sayıda Türk Sancak’ı terk edip Türkiye’ye gitmek zorunda kalmış, buna karşılık Sancak’a çok sayıda Arabın yerleşmesi sağlanmış, Ermeniler getirilip iskan edilmişti. Türkiye’de hükümet Hataylılarla, Hatay’da doğmuş olanların 29 Kasımdan itibaren Hatay’a gidebileceklerini ilan etti. Hataylılar trenlerle akın akın Hatay’a geldiler. Nüfusa tescil işlemleri yapıldıktan sonra seçim başladı, fakat seçimin gidişini etkilemeye yönelik gösterilerin ve şiddet olaylarının önü alınamadı. Bu olayların artarak devam etmesinde Fransız idarecilerinin Türkler aleyhine tutumlarının da rolü vardı.

Milletler Cemiyeti kararına göre seçimler 28 Mart ve 15 Nisan’da (1938) yapılacaktı. Ancak Milletler Cemiyeti temsilcilerinin ve Fransız yöneticilerin yanlı tutumları haksız uygulamalara ve olaylara sebep oldu. Bunun üzerine Türkiye Sancak Türklerinin aleyhine sonuçlar veren seçim yönergesine itiraz etti. Bu yönergeye dayanılarak yapılan yanlı uygulamaları engellemek amacıyla Milletler Cemiyeti’ne başvurdu ve seçim Yönergesi (ya da Nizamname) için yapılacak çalışmalara katılmak üzere Cenevre’ye Numan Menemencioğlu başkanlığında bir heyet gönderildi. Türkiye’nin tezi esas alınarak hazırlanan yeni seçim Yönergesi 19 Mart günü oy birliği ile kabul edildi. Böylece yanlı uygulamalar engellenmiş oldu. Bundan sonra iki devlet temsilcileri arasında görüşmeler devam etti.

Yeni Yönerge hazırlanmış, ama seçmen kayıt işlemleri idarenin hatalı tutumu yüzünden yine zamanında başlayamamış, 18 günlük gecikme ile ancak 3 Mayısta başlayabilmişti. Sancak’ta idarenin yanlı davranmasından kaynaklanan problemlere çözüm bulma çabaları, Dr. Abdurahman Melek’in 5 Haziran 1938 günü “Sancak Valiliği” görevine getirilip Delege Roger Garreau’nun görevden alınmasıyla sonuçlandı. Garreau’nun yerine, aynı zamanda askeri birliklerin kumandanı olan Kolonel Robert Collet delege olarak atandı. Abdurrahman Melek göreve başlar başlamaz ilk işi idari kadroda değişiklik yapmak oldu.

Seçimin güvenli bir ortamda yapılabilmesi için Türkiye ile Fransa arasında varılan mutabakat sonucunda Orgeneral Asım Gündüz başkanlığındaki Türk Askeri Heyeti Antakya’ya geldi. Burada Fransa’nın Suriye Orduları Kumandanı Orgeneral Charles Huntzinger başkanlığındaki heyetle 13 Haziran 1938 günü başlayan müzakereler sonucunda 3 Temmuz 1938 günü bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmaya göre Hatay’da asayişi 6000 kişilik bir güç sağlayacak; bunun 2 500’ü Türkiye’den, 2 500’ü Fransa’dan ve 1 000’i Hatay’dan karşılanacaktı.

Antlaşma gereği Kurmay Albay Şükrü Kanatlı Komutasındaki 48.Takviyeli Dağ Alayı 5 temmuz 1938 günü Hassa tarafından (Aktepe) ve Payas’tan iki kol halinde Hatay’a girdi. Halk Karayılanlı’dan ve Aktepe’den itibaren askerleri coşkun sevinç gösterileriyle karşıladı. İskenderun’da, Kırıkhan’da, Belen’de, Antakya’da, Reyhaniye’de muhteşem karşılama törenleri yapıldı ve birlikler belirlenen yerlere yerleşerek hemen göreve başladılar. Askerin girişiyle birlikte seçim olayları da sona erdi, halk arasındaki gerginlik ortadan kalktı.

Bundan 10 gün sonra, askeri anlaşmayı imzalayan heyette de görev almış olan Ortaelçi Cevat Açıkalın Türkiye’nin Hatay Fevkalade Murahhaslığına atanarak 14 Temmuz 1938 günü akşamı tekrar Antakya’ya geldi.

Hemen yeni bir seçim komisyonu kuruldu. 22 Temmuz 1938 günü başlayan seçim çalışmaları 20 Ağustos 1938’de sonuçlandı ve milletvekilliğine seçilen 40 kişi belli oldu.

Hatay Devleti

25 Ağustos 1938 günü Tayfur Sökmen, Mücadeleyi yönetmekte olduğu Dörtyol’dan Antakya’ya geldi. Bu arada Meclis’in açılışı için gerekli hazırlıkları tamamlandı. Hatay Millet Meclisi 2 Eylül 1938 günü Gündüz sineması’nda toplandı ve Hatay Devleti kurulmuş oldu. Meclis Başkanlığına Abdulgani Türkmen, Devlet Reisliğine Tayfur Sökmen seçildi.

Devletin adı “Hatay” olarak kabul edildi. 5 Eylül 1938 günü Devlet Reisi Tayfur Sökmen Dr.Abdurrahman Melek’in kurduğu ve 5 üyeden oluşan hükümet, Meclisin 6 Eylül 1938 günkü oturumunda güven oyu aldı. Aynı gün “Hatay Anayasası” kabul edildi. Devletin adı Anayasa’da “HATAY DEVLETİ” olarak yer almıştı. Türk çoğunluğuna dayanan bu devletin idare şekli Cumhuriyet. Merkezi Antakya idi. Yine aynı gün “Hatay Bayrağı Kanunu” kabul edildi. Hatay Bayrağı törenle Hatay Millet Meclisi binasına çekildi.

7 Eylül 1938 günü Millet Meclisi Türk İstiklal Marşı’nı Hatay Devleti’nin de milli marşı olarak kabul etti. Aynı gün Meclis hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verdikten sonra tatile girdi.

Hatay Devleti döneminde, Milletler Cemiyeti Mandalar Kanunu ve Milletler Cemiyeti Konseyi kararı gereği Fransız Delege Kolonel Collet, mandater devlet tayin ettiği Fransa’nın temsilcisi olarak Hatay’da görevini sürdürüyor, Antakya Kışlası’nda da sembolik bir Fransız askeri birliği bulunuyordu.

20 Ekim günü Suriye’ye bağlı olarak yönetilen İskenderun gümrüklerine el konuldu. Buna karşılık Fransızlar ve Suriyeliler Hatay’ın Suriye sınırını kapattılar. Bunun üzerine Hatay Devleti de Suriye sınırını kapattı. Bundan iki gün sonra Türkiye, Hatay sınırını açtı, Türkiye ile Hatay arasında ticari ilişkiler başladı. 1 Kasım günü Türkiye’den gelecek mallar gümrük resminden muaf tutuldu. Bu arada “Reyhaniye” ve “Ordu” nahiyelerinde kaza halinde getirildi.

Hatay Millet Meclisi 1. devre 2. içtima döneminde Meclis binası olarak düzenlenen Hükümet Konağı’nda 1 Kasım 1938’de başladı.

1 Aralık 1938’de Hatay ürünlerinin Türkiye’ye gümrüksüz girmesi kabul edildi. Bunun ardından Türkiye’den Hatay’a pasaportsuz, sadece nüfus cüzdanı ile girilmesi kabul edildi.

Hatay devletinin Türkiyeye katılamsı


16 Şubat 1939’da Hatay Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanan tüm kanunları Hatay Kanunu olarak kabul etti. 13 Mart’ta da Türk parası Hatay’ın resmi parası kabul edildi, Meydan-ı ekbez- Payas arasındaki sınır geçersiz hale geldi.

Bunu izleyen günlerde Türkiye ile Fransa arasında Hatay’ın Türkiye’ye katılması konusunda uzun süredir devam eden görüşmeler olumlu bir sonuca ulaşmış,anlaşma sağlanmıştı. Nihayet 23 Haziran 1939 günü Fransa ile Türkiye arasında Hatay mıntıkasının Türkiye’ye iadesine dair Hatay antlaşması (Türkiye ile Suriye arasında Toprak Meselesinin Kesinlikle Çözüm İlişkin Antlaşma) imzalandı.

Hiçbir gizli maddesi olmayan ve geleceğe yönelik hiçbir hüküm ve taahhüt içermeyen 23 Haziran anlaşmasına göre Fransa, fiilen hiçbir yetkisinin kalmadığı, bu bölge üzerinde kendisine tanınmış olan hak ve yetkileride hukuki yoldan ve kayıtsız-şartsız Türkiye’ye devrediyor. Artık Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının hiçbir engel kalmamıştı.

Hatay Millet Meslisi Başkanlığı 29 haziran 1939 günü olağanüstü toplantıya çağrıldı. Aynı gün saat 16.00 da toplanan Mecliste” Türk camiasını ayrılmaz bir parçası olan Hatay’ın anavatana kavuştuğunun bir kararla tespitinin”isteyen önerge ile ilgili konuşmalar yapıldı. Sonuçta, Hatayın, anavatana katılmasının ve bunun ardından ABDULGANİ Türkmen’i “Hatay Millet Meclisinin dağılmasına “dair teklif oy birliği ve alkışlarla kabul edildi.

Hatay devleti sona ermiş, meclis kendi arzu ve iradesiyle Türkiye’ye katılmak kararı almıştı. Böylece Hatay ın Türkiye ye katılışıyla ilgili hukuki süreci ikinci kademesi de tamamlanmış oluyordu.

Hatay da hiçbir zaman ve hiçbir şekilde halkın tercihini belirleyici yada mevcut durumu onaylamayı amaçlayan bir plesit uygulaması yapılmadı devletin kuruluşu öncesinde yapılan işlemler Milletvekilliği seçimlerine esas olmak üzere cemaatlere göre nüfüs oranlarınıın tespitinden ve demokratik bir devlet kurma amacına yönelik bir seçimden ibaretti. Bu çalışmalar dünyanın gözü önünde, hukuki süreç izlenerek sonuçlandırıldı, Devlet kuruldu, yaşadı ve sonuçta kendi iradesiyle Türkiye ye katıldı katılma sürecinin tamamlayıcı bir işlem olarak buradaki Fransız yapımlarının da bedeli ödedi, 23 Haziran da imzalanan anlaşmaya bağlı protokolun 2. maddesine ve bu maddeye bağlı lahikaya göre Fransız tabiiyetindeki hükmi şahısların Hatay da bulunan malları, hakları ve çıkarlarıyla aynı tabiiyetteki gerçek kişilerin sayısı çok sınırlı olan taşınmaz malları 35 milyon Fransız frangı karşılığında tamamen Türkiye Cumhuriyetinin mülkiyetine geçti.İşgal yıllarında İskenderun Sancak’ ında gerçekleştilmiş olan yol, köprü gibi yapılarla diğer bayındırlık ve imar çalışmaları Sancak’ın özel statüsü gereği İskenderun Sancak’ı İdare Meclisi kararıyla ve Sancak halkın vergilerinde oluşan Sancak bütçesinden yapılan harcamalar gerçekleştirildiğinden bunların Fransa ya da Suriye ile hiçbir ilgileri yoktu,tüm Hatay halkının eseri ve malıydı.

Tayfur Sökmen ve Abdurrahman Melek, 2 Temmuz 1939 günü Hatay’dan ayrıldılar. Bu arada, kışladaki Fransız askeri,artık Türkiye toprağı olan Hatay’da tanışmaya başladılar.Tanışma işlemi 23 Temmuz 1939’a kadar tamamlanacaktı.

Antlaşma gereği, Hatay Devleti uyruklu olanlar Türkiye veya Suriye uyruklulardan birini seçmeleri için süre tanınmıştı. Suriye uyruğuna geçenler Hatay’dan göç ettiler. Fransa ve Türkiye temsilcilerden oluşan ortak sınır komisyonu bu günkü sınırları belirlendi. Daha önce, Haziranın son günlerinde Ermeniler, Türk İdaresi ile hiçbir proplemleri ve sıkıntıları olmamasına rağmen, Taşnak cemiyeti’nin tahrik, tehtit ve baskıları Fransızlarında buna göz yumması sonucunda, Hatay’ı terk ederek Suriye ve Lübnan’a göç etmişlerdi. Bunlardan sadece Süveydiye’ye (Samandağ) a bağlı Vakıflı köyü halkı göç etmeyip Türkiye ‘de kaldı.

7 Temmuz 1939 tarihi ve 3711 sayılı kanunla Hatay Vilayeti kuruldu. Seyhan da Dörtyol kazası, Gazi Antep’te İslahiye ye bağlı Hassa nahiyesi(kaza olarak) alınarak Hatay’a bağlandı.

T.C. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürü iken Hatay Valiliğine atanan Şükrü Sökmensüer 18 Temmuz 1939 günü Hatay’a geldi.19 Temmuz günü fevkalade Murahhas, Ortaelçi Cevat Açıkalın Hatay’dan ayrıldı.

23 Temmuz 1939 sabahı Hatay’dan kalan son Fransız kıtası kışladan çıktı. Türk ve Fransız birliklerinin birlikte katıldıkları törenden kışladaki Fransız bayrağı indirildi ve yerine İstiklal Marşı eşliğinde Türk Bayrağı çekildi.Bu mutlu olayı izleyen mahşeri kalabalık coşkun sevinç gösterilerinde bulundu. Hatay’ın anayurda katılma işlemleri tamamlanmış, Hatay halkının hasreti sona ermişti.

Hatay’ın kurtuluşu Atatürk’ün izlediği barışçı dış politikanın bir zaferiydi. O,1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclis’ineTürk milletine ve Hataylılara bu toprakları er geç kurtaracağını vaat etmiş, bunu başta 1923 yılında yaptığı Adana gezisi olmak üzere çeşitli vesilelerle tekrarlamıştı. Bu amaçla uygun şartları sabırla bekledi, uluslar arası durumu da çok iyi değerlendirerek, Hatay’a çok parlak ve sağlam bir gelecek hazırladı.

Atatürk, çok sevdiği ve uğrunda her türlü fedakarlığı göze aldığı Hatay’a kurtuluşunu görmesine rağmen anavatana katıldığını göremedi. Ama hem elden çıkan bir vatan parçasını ve barış ve diplomasi yoluyla kurtarmak hem de Hatay için Türk milletine vermiş olduğu sözü yerine getirmek suretiyle zaferlerine bir yenisini eklemiş oldu. Atatürk ten sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü döneminde gerek cumhurbaşkanı, gerekse hükümetler davayı aynı titizliklerle izlediler ve Hatay’ın anavatana dönüş süreci başarıyla tamamlandı.

Çivi yazılı tabletlerde “khamanu” adıyla, günümüzde ise Arapça “bereket dağı” anlamında gelen “cebel-i bereket” adıyla da anılan Amanos Dağları’nı ve önemini en iyi anlatan tanımlardan biri herhalde Hüseyin Ferhat’ın : “Amanos Dağları Toroslar’ın Hatay’a, Ortadoğu’ya sarkan süt memesi gibidir. Lübnan dağlarından doğan ve Suriye topraklarından geçerek Hatay da Akdeniz’e dökülen Asi ırmağının vadisini koynunda taşır…” satırlarıdır.

Kahramanmaraş’tan başlayıp Hatay’ın Akdeniz kıyılarına kadar uzanan Amanos Dağları, yüzlerce yıldır çok farklı uygarlıkların Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçişlerinde en önemli geçitlerden biri olmuştur. Karadeniz iklim kuşağına ait bitki örtüsü, derin ve korunaklı vadileri, dereleri, mağaraları, deniz kıyısından birdenbire yükselen sarp dağlarıyla Akdeniz’den çok özel eko sistemleri içinde barındırıyor. Bu nedenle Amanos Dağları, bilim insanları tarafından “Önemli Bitki Alanı”, “Önemli Kuş Alanı” ve “Önemli Doğa Alanı” olarak tanımlanmıştır.

Toroslar’ın en doğu ucunu oluşturan Amanos Dağları, deniz kıyısından Daz Dağı’na (Mığır Tepe–2240 m) kadar İskenderun Körfezi’nin hemen doğusunda bir duvar gibi yükseliyor ve Belen’de geçit veriyor. Kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan Amanoslar, doğuda Türkoğlu-İslâhiye ve Hassa, batıda Osmaniye-Dörtyol, güneyde Yayladağı, Kuzeyde ise Çimen Dağı ile çevrilidir. Bu dağ silsilesi üç bölüme ayrılır: En kuzeyde yer alan Çimen Dağı, orta kısımda yer alan Kaz Dağı ve Samandağı kıyılarına yakın Musa Dağı. Bitki Coğrafyası bakımından oldukça önemli bir bölge olan Amanos Dağları silsilesi, Doğu Karadeniz Dağları’nın güney ucundan başlayarak, Munzur Dağları ve Doğu Toroslar’a uzanan Anadolu diyagonalinin güney ucunu oluşturur.

İskenderun Körfezi’nden birdenbire yükselen zirveler, Akdeniz’in nemli rüzğarlarının tutarak dağların batı yamaçlarının sisle (yöre tabiriyle hopur, zopur, zomzalak) kaplanmasına ve yağış düşmesine sebep olur. Bu nedenle, Amanoslar ortalama 1100 milimetrelik yağış miktarıyla, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında en fazla yağış alan yerlerden biridir. 900-1000 metre yüksekliklerde yağışın 2300 milimetreye kadar ulaşması ve yüksek yaz nemi, kuzeybatı yamaçlardaki kalıntı (relik) kayın ormanlarına yaşam kaynağı olur.

Bölgenin orta ve güney kesiminde batı yamaçlardan doğarak Akdeniz’e dökülen ve çoğu yazın kuruyan küçük dereler doğu-batı yönlü birçok vadiyi, alanda kuzey ve güney bakılı yamaçları ve bu vadi tabanları da kıyıda genişleyerek kıyı ovalarını oluşturur. Bölgedeki su kaynaklarının en önemlileri: Payas, Deliçay, Uluçınar ve Karaçay’dır

“ Süleyman Şah’ın Türkiye Selçıklu Devleti’ni kurması ve başarılı fetihler yapması sonucunda, özellikle 1080 yılında, Azerbaycan’dan kalabalık Türkmen kitleleri, Anadolu’ya adeta akmaya başladı ve dolayısıyla bu ülkede, Türk nüfus süratle çoğaldı. Ayrıca Bizans’ta bitip tükenmek bilmeyen buhranların yarattığı huzursuzluklar nedeniyle, çeşitli ırklardan oluşan yerli halklar (Ermeni, Süryani, Gürcü vs.) Süleyman Şah’ın yönetimini benimsedikleri gibi, büyük arazi sahiplerinin hizmetinde çalışan ve tutsak muamelesi gören köylü sınıfı da, uyguladığı mîrî toprak rejimi dolayısıyla, Selçuklu Devleti’nde hürriyetlerini elde ettiler ve toprak sahibi oldular.”
 
19. yüzyılın önemli toplumsal olaylarından biri, Toroslar, Çukurova, Gavur Dağları, Kürt Dağları ve Amik Ovası’nda gerçekleştirilmiş olan Derviş Paşa İskânı’dır. İskânın temel amacı, yöredeki göçebe toplulukları yerleşik düzene geçirmektir. Bölgenin güvenliğini sağlamak, ordunun asker ihtiyacını karşılamak, bölgeden düzenli vergi toplayabilmek ve yörede Küçükalioğulları ve Kozanoğulları gibi bağımsız görünen bazı toplulukların derebeylik yönetimlerine son vermek de, iskânın hedefleri arasında sayılabilir.

19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Toroslar, Çukurova ve Amik Ovası’nda, çok sayıda Türkmen ailesi konargöçer bir yaşam sürdürmüştür. Hayvancılıkla geçinen bu insanlar için, toprak, herhangi bir değer taşımamaktadır. Ovada yaşam koşulları ağırdır ve onlara göre ova sıcak, sivrisinek ve sıtma demektir. Bu nedenle kışı ılıman bölgelerde geçiren yöre halkı, ilkbaharla birlikte, kafileler halinde yaylalara çıkmıştır. Göçün bir kolu Maraş üstünden Uzunyayla’ya çekilirken, öteki kol Yama ve Çiçek Dağları’na yönelmiş, aylar süren yolculuklar yapılmıştır. Yayla göçü, eski bir Türkmen geleneğidir.

Konargöçer yaşamın bütün zorluklarına rağmen, bu ailelerin, geleneklerine bağlı kalmayı seçmesi ilginçtir. Türkmenler, toprağa bağlı kalmayı adeta reddetmiştir. İskânın, yaşamlarını büyük ölçüde değiştireceği, her şeyden önce göç geleneğinin etkileneceği açıktır. Nitekim iskân, bu toplulukların yaşamına, fiziksel değişiklik kadar, duygusal anlamda da bir çok değişiklik getirecek, iskân sırasında ve sonrasında büyük acılar yaşanacaktır. Derviş Paşa İskânı, yöre tarihinin olduğu kadar, Türkmen tarihinin de önemli bir parçasıdır.

Türkmen toplulukları, Türk tarihi boyunca yerleşik halk ve hükümet tarafından, disiplinsiz gruplar olarak tanımlanmışlardır. Özellikle devlet düzeninin bozulduğu dönemlerde, bu toplulukların yaşayışındaki çeşitli aksamaların, düzensizliği artırıcı etkileri olmuştur. Örneğin göçler sırasında, ekili arazilerinin zarar görmesi az rastlanan olaylardan değildir. Aile üyelerinden bazılarının eşkıyalığa kalkıştığı, ya da bazı kanun kaçaklarının topluluğa sızarak kargaşaya neden olduğu bilinmektedir. Bunun yanısıra, topluluklar zaman zaman kendi aralarında da çatışmışlardır. Aileler arasında otlak ya da kız nedeniyle başlayan gerginlikler, yerini düşmanlığa bırakmış, çatışmalar giderek ailelerin üstünlük mücadelesine dönüşmüştür. Osmanlı dönemi boyunca böyle bir yaşam sürdüren Türkmen topluluklarının bir bölümü, kimi zaman devlete de başkaldırmıştır.

Türkmen toplulukları 19. yüzyıla kadar bir kaç kez iskân edilmek istenmiş, ancak kalıcı başarı sağlanamamıştır. 19.yüzyılda ülke şartları oldukça kötüdür. İç ve dış sorunlar, ardarda çıkan savaşlar, iç isyanlar ülkede kargaşa ortamı yaratmıştır. Yöredeki bazı aşiretlerin yabancılarla gizli görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Bölgede iskân kararı kesinleşir ve Dördüncü Ordu Mareşali Derviş Paşa komutasındaki Islah Birliği bölgeye gönderilir.

Derviş Paşa’ya, Kozan Dağları’ndan başlayan, Kayseri Sancağı ve Kilis Kasabası’na kadar uzanan geniş bir sahanın ıslahı ve iskânı görevi verilmiştir. Ermeniler’in isyan durumunda bulunduğu Zeytun Nahiyesi’nin, Kürt Dağları ve Gavur Dağları’nın denetim altına alınması, Paşa’nın görevleri arasındadır. Artık Çukurova ve Amik Ovası’nda kararlı bir tutum söz konusudur.

Askerî birlik, 1865 yılında, İskenderun’a gelir. Amik Ovası’ndan başlayan iskân; Hacılar, Tiyek, Akbez Nahiyeleri’nde, ardından Kürt Dağı, Dumdum Ovası ve Gavur Dağı’nda gerçekleştirilir. İskân sırasında Reyhanlı, Hassa, İzziye, İslahiye ve Osmaniye Kazaları kurulur. Amik Ovası’ndaki Reyhanlı Aşireti, Kürt Dağı’ndaki Şeyhhanlı, Okçu İzzettinli ve Amik Aşiretleri, Dumdum Ovası’ndaki (Islahiye) Delikanlı ve Çelikanlı Aşiretleri’yle, Gavur Dağları’ndaki Ulaşlı Aşireti, kurulan köy ve kasabalara yerleştirilir. Bazı ailelerin derebeylik yönetimlerine son verilir.

Konargöçer toplulukların bölgeye yerleştirilmeleriyle, bölgenin nüfusu artmış, ziraat gelişmiştir. Bugün bölge tarımının, ülke ekonomisi içinde önemli bir yere sahip olmasında, iskânın payı büyüktür.

İskân, Türkmen topluluklarının yaşamında olumsuzluklara da neden olmuştur. İskâna yeterli hazırlık yapılmadan, ani biçimde başlanması; hastalık, sıcak ve susuzluk gibi nedenlerle çok sayıda insanın ölümüne, hayvanların da telef olmasına yol açmıştır. Bazı uygulama hataları, büyük bir nüfusun Halep yöresine geçmesi gibi olumsuz bir sonucu hazırlamıştır.

Islah Birliği’nin idarî işlerinden sorumlu Ahmet Cevdet Paşa “Tezâkir” adlı eserinde iskânı bütün ayrıntılarıyla anlatmaktadır. “Marûzat” adlı eserinde de, iskân olayı geniş yer tutar. Bekir Sami Bayazıd, bu iki eserden yararlanarak, “ 1865-66 Kürt Dağı, Cebel-i Bereket, Kozanoğulları İsyanı ve Güneydeki Aşiretlerin İskânları” adlı daha geniş kapsamlı bir eser yazmıştır. Söz konusu eser, söyleşiler ve belgelerle zenginleştirilmiştir.

Bu çalışmada, Derviş Paşa İskânı, Hatay yöresindeki etkileri açısından incelenecektir. İskân, bölgede bugünkü sosyoekonomik ve sosyokültürel yapının oluşması bakımından anlamlıdır ve kuşkusuz bölge tarihinin önemli bir parçasıdır. Bilimsel iddia taşımayan çalışmanın amacı, iskân hareketinin özellikle gençlere anlatılmasıdır.


BAZI YAZARLARA GÖRE FIRKA-İ ISLÂHİYE
ve İSKÂN


Derviş Paşa İskânı olarak bilinen Fırka-i Islâhiye hareketine ilişkin görüşler, araştırmacı yazarlar arasında farklılıklar gösterir. Araştırmacıların bir bölümü, iskânın olumlu sonuçları üstünde dururken, bir bölümü, bu toplumsal olaya eleştirel yaklaşmıştır.

Kuşkusuz iskân edilen toplulukların yaşamı fiziksel anlamda olduğu kadar, duygusal anlamda da etkilenmiştir. Hareketin olumlu sonuçlarını, bugün bölged, yaşamın hemen her alanında gözlemlemek mümkündür. Öte yandan iskân, bu hareketle birebir ilişkide bulunan insanların, çeşitli olumsuzluklar ve acılar yaşamasına da neden olmuştur.

Yusuf Halaçoğlu, Fırka’i-Islâhiye hareketinin, yalnızca bir “askerî tenkîl”, bir iç isyanı bastırma harekâtı olmadığını, olumlu bir çok değişikliği de beraberinde getirdiğini savunur.

Halaçoğlu’nun konuya bakışı şöyledir:
“Yakın tarihte yapılmasına rağmen, Fırka-i Islahiye’nin icraatı bir askerÎ harekât gibi telâkki edilmektedir. Hâlbuki 1865 yıllarında Çukurova, Gavur Dağı (Cebel-i Bereket), Kürt Dağı ve Kozan Dağları’nda devlet idaresini yeniden tesis eden Fırka-i Islahiye, yalnız askerî tenkîl harekâtı olmayıp, bunun yanında, bilhassa konargöçer oymakların, iskân ve yerleşmelerinin de başarıldığı bir kuruluştur. Ayrıca bu icraat esnasında kurulan kasaba ve köyler, bugün önemli merkezler haline gelmiş olup, çevre il ve ilçelerin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Yeni Türkiye’nin, bugün, nüfus bakımından dinamik ve hareketli olmasında, 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış, bunun gibi iskân ve yerleştirme harekâtlarının rolü büyüktür.”

Mustafa Öztürk de, konuyu Halaçoğlu’nun bakışına paralel bir açıdan değerlendirmekte, iskânın, “zannedildiği gibi aşiretlerin tenkil ve te’dib amacıyla yapılmadığını” ifade etmektedir. İskân, tam olarak başarılamamakla birlikte devletin gelecekteki güvenliğini büyük ölçüde ilgilendiren önemli bir harekettir. Öztürk’ün, “Antakya ve çevresinde Aşiretlerin İskânı” adlı çalışmasında, konuya ilişkin şu değerlendirme yer almaktadır:

Her ne kadar Anadolu’da eşkıyalık yapan ve iç güvenliği bozan aşiretleri uzaklaştırmak için bu yola başvurulduğu fikri yaygın ise de, bu yeterli bir sebep değildir. Buma ilave olarak sözü edilen hatta Türk nüfusunun varlığını devam ettirmek ve nüfusu dengelemek, böylece Anadolu’nun güneyinde tampon bir bölge oluşturmak, Anadolu’yu güneyden güvenlik altına almak çabalatı sezilmektedir. Kısaca devlet bu iskânda zannedildiği gibi, aşiretleri tenkil ve tedib için değil, aksine şuurlu bir politika izlemiştir.”

Nuri Yavuz, “Fırka-i Islâhiye, adlı çalışmasında, iskânı, hedeflerinden ancak bir bölümünün gerçekleştirildiği bir hareket olarak nitelemektedir. Yavuz’a göre; “Osmanlı Devleti, kendisine tâbi bir Vali’nin işgali altındaki topraklarda eğemenliğini yeniden kurabilmek için, ‘büyük batılı güçlerin’ yardımına ihtiyaç duymuş”, dolayısıyla hareketin temelinde, “’mevcut kaynakların harekete geçirilmesi ‘ istediği ile’ devletin buyuruculuk vasfını ‘ yeniden kabul ettirmek amacı iç içe geçmiştir. ’ “
İskân, yazarın sözkonusu çalışmasında, şu ifadelerle değerlendirilmektedir:

“ Cevdet Paşa gibi imparatorluğun son yüzyılı içindeki parlak bir ilmiye ve kalemiye mensubunun da içinde bulunduğu bir yerel ıslahat projesinin başlangıcını teşkil eden Fırka-i Islahiye faaliyeti, gene de hedeflerinden bir kısmın gerçekleştirmiş görünmektedir. Faaliyet alanı olan bölgedeki idari karmaşayı bir ölçüde ortadan kaldırmış, yeni yerleşim merkezleri oluşturarak konar-göçerlerin önemli bir kısmını yerleşik hayata yöneltmiş, yeni ziraat alanlarının açılmasını sağlamış ve sonuç olarak Çukurova’nın 19. yüzyılın sınlarına doğru Düyû-u Umumiye İdaresi’nin katkısıyla da olsa Türkiye’nin örnek değişim alanlarından birini oluşturmuştur. “

Besim Atalay ile Faruk Sümer’in konuya bakışı ise, Halaçoğlu, Öztürk ve Yavuz’a göre farklılıklar içerir. Fırka-i Islâhiye’nin, aşiretlerin iskânına ilişkin hareketini Atalay ve Sümer’in onaylamadıkları görülür. Her iki yazarın da görüşü;

“Hükümetin Fırka-i Islâhiye’yi göndermekteki asıl gayesinin, Çukurovalılara daha iyi bir hayat sağlamak olmayıp, şiddetle çekmekte olduğu asker sıkıntısını gidermeye yönelik olduğu“ yönündedir. Besim Atalay’ın eleştirileri, bu görüşlesınırlı kalmaz. Atalay için, hazırlıksız ve ani gerçekleştirilen iskân “ imha “ anlamı taşımaktadır. Bu yolla, yalnızca Anadolu’da değil, başka cografyalarda da yüzyıllardır eğemen olan Türklük kavramı büyük yaralar almıştır:

“ Kuru iskân imha demektir. Asırlardan beri alşılan bir hayat tarzı birdenbire değiştirilemez. Bunlar derece derece iskan ve ıslah edilmeleri gerekirken bu yapılmadı. Üzerlerine asker çekildi. Ordu sevkedildi. Topa tutuldu. Obalar, yaylalar, kışlaklar yakıldı, yıkıldı, beyler kurşuna dizildi. Kadın ve çocuklar öldürüldü. Gelinler esir edildi. Neticede Türklük dağıtıldı. Türklüğü üç büyük kıtada hakim kılan bu sevimli babayiğitlerle beraber, ocakları, koyunları, hayvanları mahvolup da gitti. "

İskâna eleştirel yaklaşan yazarlardan biri de Ahmet Z. Özdemir’dir. Özdemir de, “acımasız iskân” olarak nitelediği Osmanlı iskân hareketini,, uygulamadaki yanlışlardan dolayı eleştirmektedir. Yazara göre;

“Fırka-i Islahiye devlet açısından başarılı olmuştur. Başıboş dolaşan Türkmenler’i toprağa bağlamıştır. Ancak iskân yönetimi hatalı ve yanlıştır. Devlet güçleri, güneydeki Türkmenler’i ezmiş ve sindirmiştir. Cevdet Paşa’nın, Cahit Öztelli’nin ve öbür yazarların savlarının tersine, acemice ve hoyratça yapılan bir iskândır. Bu iskânda çok kanlar dökülmüş, çok ocaklar sönmüştür.”

İskâna ilişkin bir başka görüşün kaynağı, günümüz bilgi sistemleri içinde önemli yeri olan internet ağıdır. Aşağıdaki görüş, bu sistemin, www.aton.ttu.edu adresli “ Türk Öyküleri Sandığı” Sitesi’nden özetlenerek alınmıştır. Söz konusu yazı, “ Derviş Paşa Gayrı Kına Yakınsın ( Kozanoğlu) “ başlığını taşımaktadır:

“Yüz elli yıl önce, Toroslar bugünkü Toroslar, Çukurova bugünkü Çukurova değildi. Binlerce çadırla, Türkmenler, Toroslar’ın bir ucundan öbür ucuna dolaşır dururdu. Bin yıllık Türkmen geleneği onların elinde, dilinde, curasında ve sazındaydı. Kimliklerini, kök boyalarla, nakış nakış kilimlerine işlemişlerdi. Ovayı sevmezdi Türkmen. Ova bataklık, sıcak ve hastalıklıydı. Osmanlı da Türkmen’i sevmezdi oldum olası. Nerde bir göçer görülse, aşağılanırdı.

Yüz elli yıl önce, İngilizler Manchester dokuma fabrikalarının bacalarını tüttürmeye başlamışlardı. Eskiden bir yılda çıkan kumaşlar, şimdi bir ayda çıkarılır olmuştu. Ama İngiltere’de pamuk yetişmiyordu. Pamuk Mısır’da, Çukurova’da, Amik Ovası’nda ‘ucuza’ yetişiyordu. Bunu görmüştü İngiliz. Ama pamuğu kim ekecek, çapalayacak, toplayacaktı?

İngiliz, İstanbul’un dışını görmemiş Osmanlı yetkililerini şartlandırmaya başladı.’Türkmen kötüydü; ev bark nedir bilmezdi, çadırda yatan, yola gelmeyen vahşiydi. Osmanlı’ya az mı isyan etmişlerdi zaten?’ Sonunda Padişah’ı ikna ettiler. Türkmenler ovaya inecekti. Üreteceklerdi. Devletin sırtına yük olmayacaklardı. Devlet de kazanacaktı, onlar da. Toroslar’daki obaların ovaya inme vaktiydi. İndiler. Ancak bu iş öyle kolay olmadı.

Türkmen için dağdan inmek, zaten ölmek demekti. Geleneğini yitirmek demekti. Direndiler. Kozanoğulları çarpışmalara girdi devletle. Osmanlı kendi kanından çok insanı katletti. Kalanlar ovaya indirildi.
İnenlerin nerdeyse yarısı sıtmadan öldü. Geçitler, yollar tutuldu. Kaçmak isteyenler yollarda vuruldu. Çukurova bir ağıt oldu. İngiliz mutluydu.”

Derviş Paşa İskânı, araştırmacı yazarlar kadar, edebiyatçıların da kayıtsız kalmadığı bir olgudur. Bu bağlamda, yöre doğumlu yazarlardan Vahit Çabuk’un “Göçer Toprağa Düştü” adlı romanı, aynı zamanda toplumsal malzeme niteliği taşır. Yazar, eserde, roman kahramanlarından biri olan Hoca Efendi’nin ağzından iskânın nedenlerini şöyle anlatmaktadır:

“ Şu aşağıdaki yol var ya, bir ucu İstanbul’dadır, bir ucu Mekke’dedir. İstanbul’un, daha ötelerin Hacıları hep bu yoldan gelir giderler. Son zamanlarda Hacılar rahatsız edilmeye başlandı. Bir de Mısır paşası gelmişti buralara, sizler bilmezsiniz. Benim babam görmüş. Anlatırdı rahmetli, Halife’ye, padişah efendimize asi olmuş derler, ne ise. Buraları karıştırıp gitmiş. Ondan sonra buralarda devleti tanımayanlar türemeye başladı.

Ama devlet bırakır mı oğlum? Bak işte paşa geldi. Şimdi sıkıştılar mı dağa kaçıyorlardı. Zayıf bir kervan buldular mı soyuyorlar, yol kesiyorlar, büklerde ormanlarda saklanıyorlar, üstlerine gidilince, dağdan öte yüze geçip kayboluyorlardı. Ama bu Derviş Paşa akıllılık etti. Önce dağın ardını bağladı. Kaçacak yollarını tuttu. Açık yer olarak denizi bıraktı. Eh deniz üstünde de yürüyecek değiller ya. Hepsini uslandırdı. Sonra da adamlarına emirler verdi. Herkesi iskân etsinler diye.

Niçin iskânı şart koştu biliyor musun? İşte az önce söyledim ya, evi sırtında olan adamın rahatı olmaz, diye. Adamın rahatı olmazsa, başkasına da rahat vermez. Bu topraklar bomboş, ekilip biçilmesi gerek. Üç koyunun peşinde bir oymak kalsın, doğru değil bu. Bir koyun bir doğurur, bir inek bir buzağı sahibi olur. Ama bir başak, yüz olur, üç yüz olur. Onun için ziraat şarttır. Şimdi oturup düşünmek gerek, bak siz bile bunun önemini anlamış, şurda tarla açmışsınız. Bunun için padişahımız koskoca paşayı ta İstanbul’dan gönderdi. Bak sen bir kaç sene sonra, buralar hep köy olacak, şenlenecek, mamur olacak. Siz bile tanıyamayacaksınız.”

Yaşar Kemal’in “ Binboğalar Efsanesi “ adlı romanı, Türkmenler’i konu alan bir başka edebiyat eseridir. Romanda, toprağa yerleşmemek için yüzyıllarca uğraş veren Türkmenler’in yaşamından trajik bir kesit ele alınır.

“Altmış çadırlık bir Yörük obasının “ iskândan yüz yıl sonra, bu kez yerleşmek için verdiği mücadele gözler önüne serilir. Bütün bir Türkmen tarihi, roman kahramanlarının ağzından geçmişe göndermelerle sergilenirken, duygusal çatışmalar, çekilen acılar dile gelir. Hemen her satırı, belli bir dünya görüşüne yönelik ipuçları taşıyan romanda, yüzyıllık bir zaman diliminde yönetimler, Karaçullu Obasına dayalı olarak tek tek sorgulanır:

“Ali Bey önce kılıcı aldı. Sonra da Türkmen’e çok acıdı. ‘Sinek gibi kırılıyorlar zavallılar,’ diyordu. Bir kısmını yaylalara salıverdi.

Bir de Ali Bey köyler, kasabalar kuruyordu. Ölçüyor biçiyor, yerli yerince caddeleri, sokakları, alanlarıyla kasabalar kuruyordu. Kurduğu kasabalar ya Türkmen’in eski kışlak pazaryerleri, ya da eski Grek, eski Roma, Ermeni şehirlerinin kalıntılarıydı. Köylerin yerlerini de iyi buluyordu. Köylerin herbiri kışlaklara kurulmuştu. Türkmen kışlakları en elverişli yerlerdeydi.

Sivrisinek amansızdı, sıtma belaydı. O yaz görülmedik salgın hastalıklar kastı kavurdu ortalığı. Çukurova hayvan, insan iskeletleriyle doldu. Bütün yaz ova leşlerle koktu.

Ali Bey’in insan yüreği buna dayanamazdı. Bir de Ali Bey biliyordu ki, böyle zorla yerleştirme olamazdı. Osmanlı koca bir tümeni sonuna kadar Çukurova’da tutamazdı. Bir iki yıl içinde karakollar kalkacak, ya da gevşeyecekti. Ali Bey görmüş geçirmiş, akıllı bir adamdı. Sarışın, uzun boylu, mavi gözlüydü. Ancak otuzunda gösteriyordu. Hırslıydı. İstanbul’un fakir bir mahallesinden, fakir bir ailesinden çıkmış, yükselmek, para kazanmak için yanıp tutuşuyordu.

Daha şimdiden Türkmenler asker çemberini yarıp dağlara ulaşmanın yollarını buluyorlardı. Çukurova’da ölümler, salgınlar, sıtmalar arttıkça, dağlara sızmalar da artıyordu.

Bir sabah kararını verdi. Türkmen’i dağlara kendi eliyle, izniyle gönderecekti. Kurduğu köylerde Türkmen’e toprak, köy yeri, değirmen yeri, kasabada evler, ev yerleri vermiş, Türkmen’i az da olsa, azıcık toprağa bağlamıştı. Gerisini zamana, erişip gelen koşullara bırakacaktı.

Bozdoğan Aşireti Bey’ini çağırdı. Şimdiki Endelin Köy yeriydi kışlağı. Kalabalık bir aşiretti. Bozdoğanın yaşlı Bey’i sıtmadan iki büklüm titriyordu karşısına geldiğinde.

Ali Bey:

‘ Seni dağlara koyvereceğim Bey,’ dedi. ‘Eline de bir ferman vereceğim. Yalnız bunun karşılığında sen bana kaç altın vereceksin?’

Bey sevindi:

‘Ne istersen veririm,’ dedi.

‘Senin eline bir kâğıt vereceğim. Hiç kimse sana dokunamayacak. Dağıttığım topraklar, köyler sizin olacak. Yerleşeceksiniz ovaya. Ama istediğiniz zaman dağlara çıkacak, istediğiniz zaman düze ineceksiniz.’

Bozdoğan Bey’inden beş yüz altın aldı. Rüşveti sevmiyordu, ama ne yapsın? Türkmen’in torbalar dolusu hiçbir işe yaramayan altını çoktu. Parayı aldı, eline sonradan ‘Binbaşı Ali Paşa Fermanı’ dedikleri kağıdı tutuşturdu.

‘Evet, Osmanlı zayıfladı,’ diyordu. ‘altına, gümüşe çok ihtiyacı var. Bu altınlar da Türkmenin kirli dağarcığında hiçbir işe yaramıyor.’

Bunu öbür Türkmen Beyleri, Türkmen Oymakları duydu. ‘Binbaşı Ali Paşa Fermanı’nı’ almak için sıraya girdiler. Parayı verip Çukurova cehenneminden tatlı canlarını dağlara attılar. Ali Bey sayısız, dağarcıklar dolusu altına sahip oldu.

Olan 1949 kışında oldu. Aydınlılar Çukurovaya inince ne görsünler, sürülmemiş bir karış bir toprak parçası bile kalmamış. Değil hayvan otlatacak, bir tek çadır kurulacak yer bilr kalmamış. Aydınlı göçebesi, Türkmeni gün gün sıkışmıştı ama, böyle bir şeyle karşılaşacağı hiç aklına gelmemişti. Artık “ Ali Paşa Fermanı ” sökmez olmuştu.

Aydınlı yörüğü, yüreğindeki eski özgür günlerin hasreti, öteki Türkmenler gibi Çukurovaya yerleşmediğine çok pişmanlık duydu. Şaşkınlığı yıllar geçtikçe pişmanlığıyla birlikte büyüdü. Aydınlı çok süründü, perişan oldu, çok zarılık duydu. Başını Aladağdan Mersin ovasına, Antalya, Gediz ovasına, Çukurovadan Amik ovasına vurdu durdu. “

“ Vali Paşa emir verdi, bu ot evlerde yaşanmaz. Bu insanlık dışı bir yaşamdır. Üstü ot, duvarları kalmış, çalı… Bütün köyler ot yığını. Vali Paşa köylülere emir verdi, kerpiçten, taştan, kiremitten, tuğladan evler yapacak, köylerinizi tertemiz tutacaksınız. Vali Paşa çok sert emirler verdi. Emri verdikten bir yıl sonra köylere çıktı, baktı ki ot evler olduğu gibi yerinde duruyor. Köylerde de delikanlılar. Süzülmüş sarı benizli delikanlılardan başka, köylerde kimsecikler kalmamış. Artık Türkmenler yaylaya göçerken, köylerde ürünü toplasınlar diye delikanlılarını Çukurda sıcağa, sineğe, sıtmaya, salgına bırakıyordu. Başka çaresi yok. Çukurun ürünleri, buğdayı, pamuğu olmayınca, yaşamaları olanaksızdı. Delikanlılar ve yanlarında kefenleri… Yaylaya bir ağıt gibi göçüyorlar, bir ağıt gibi iniyorlardı. Yürekleri, gözleri arkada kalıyordu. Döndüklerinde kimini ölü, kimini onmaz hasta, kimini kaçmış bulacaklardı. Bu yıllarda başını alıp Çukurova’yı bırakmış gitmiş çok delikanlı vardır. İmleri timleri belirsiz olmuştur. Sonraları bazı analar, sevgililer, yavuklular, sevdiklerini tek başlarına Çukurda bırakmayıp onlarla birlikte sarı sıcağın içinde kaldılar.

Vali Paşa köy köy dolaştı, delikanlıları sordu: ‘ Bu evleri neden yıkmadınız?’ Sıtmalı, konuşacak mecalleri kalmamış delikanlılar, Vali Paşa’ya hiçbir karşılık veremediler. Onun karşısında bir ağaç gibi, bir kaya, bir toprak parçası gibi dilsiz kalakaldılar. Bu sessizlik Vali Paşa’yı deli divane etti. Şu pis Türkmenler ona karşı koymuşlar, onu, sessiz direnişlerle aşağılamışlardı.

Öfkesi boydan aştı, başka, delice, çılgınca emir verdi: ‘Bütün köylerdeki ot evleri yakın.’

O yaz çok köyler yandı. Köylerden kaçıp bir tepeye, hüyüğe, bataklıklara, akarsulara sığınmış gençler Çukurova’nın yalım yalım yandığını görüyorlardı. Yangın köylerden tarlalara, tarlalardan çalılıklara, oradan küçük ormanlara atlıyor, bütün ovayı tutuşturuyordu. Çukurova bir feryad ü figandı.

Bu yangından sonra Çukurova’da gene bir karmaşa başladı. Başladı ama, hiçbir şey de değişmedi. Ot evlerin yerine gene ot evler yapıldı. Vali Paşa baktı ki çaresiz. Belki de Vali Paşa hırsından öldü. Belki de çıldırdı. Belki de hükümet onu başka yere atadı. Huğlar İkinci dünya Savaşına kadar sürdü.”


Bunun yanısıra, Derviş Paşa iskânı şiirleri de konu olmuştur. Reyhanlı Aşireti’nden Hüseyin Cemil Bey’in 1928 yılında bularak, “Yeni Gün” Gazetesi’nde yayımlattığı bir şiir, Amik Ovası şairlerinden Mecamî imzasını taşımaktadır:


“ Duam budur Derviş Paşa ölmesin
Bu yakında ma’zûl olup gülmesin
Böyle zalim bu diyara gelmesin
Ahir zaman devri erdi ağalar

Kadısında şeriat yok n’idelim
Beylerbeyi zalim kime gidelim
Hele defterdara lânet edelim
Ahir zaman devri erdi ağalar


Ulemânın ulûfesi alınmaz
Gazilerin mevâcibi satılmaz
Paşa’dan mı Padişah’dan mı bilinmez
Ahir zaman devri erdi ağalar

Riayet yok şimdi er yiğide
Adalet yok zira beylerbeyinde
Zulmümüz çok, kimse yoktur seyirde
Ahir zaman devri erdi ağalar ”


Sonuç olarak, yüzyıllardan beri “sınırsız hürriyetlerin sahibi” Türkmenler için düzenli hayata geçişin çok zor olduğu söylenebilir. Bu insanların, ovaya iskân edilişi olumlu ve olumsuz pek çok koşulu beraberince getirmiştir.


DADALOĞLU ve İSKÂN

Dadaoloğlu bir çok araştırmacı tarafından iskân olayının tanığı olarak tanımlanır. İskâna tanık olan olan halkın, Fırka-i Islahiye Kumandanı Derviş Paşa’ya öfkesi, bu halk sanatçısının dikkatinden kaçmayacaktır.

Derviş Paşa kumandasındaki Fırka-i Islahiye’nin İskenderun’a gelişiyle askerî harekâta geçiş, aniden başlamıştır. Aşiretler bu ani harekât karşısında şaşkına döner.

Dadaloğlu gibi düşünenler şöyle sızlanır:

“Sivri cidalı Avşar yiğitlerinin sarı çicekli yaylalara bir an önce varabilmek için acele ettikleri bir vakitte, Müşir Derviş Paşa çıkageldi. Tavşan avına arabayla gittiği gibi, topu tüfeğiyle ansızın geldi.

1865 yılında, bu alemi beklenmeyen bir suretle ortadan kaldırdılar. Kuru iskân ‘imha’ demekti. Asırlardan beri alışılan hayat, birdenbire değiştirilemezdi. Hazırlık yapılmalıydı. Öyle olmadı. Toplulukların üstüne asker gönderildi, ordular sevk edildi, topa tutuldu. Obalar, yaylaklar, kışlaklar yakıldı ve yıkıldı. Beyler kurşuna dizildi. Kadınlar ve çocuklar öldürüldü.”

Reyhanlı Aşiretinden Hüseyin Cemil Bey’in 1928 yılında bularak, “Yeni Gün” Gazetesi’nde yayımlattığı bir şiirde, Amik Ovası şairlerinden Mecamî’nin iskân uygulaması karşısındaki duyguları şöyle ifade edilmektedir:


İskân olayına tanık olan Dadaloğlu, Derviş Paşa’ya, dolayısıyla Osmanlı’ya kızgın ve öfkelidir. Dadaloğlu, esasen iskâna değil, iskân sırasındaki adaletsizliğe karşı çıkmıştır. İskândan sonra Avşar Aşireti, güvenlik güçlerinin etkisiyle susturulmak istenir. Silahları toplanır. Dadaloğlu sazıyla, sözüyle direnişini sürdürecektir:


Türkmen toplulukları içinde özellikle Avşarlar iskâna direnmiştir. Kozanoğlu Avşarların temsilcisi, Dadaloğlu sözcüsü gibidir:

Kalktı göç eyledi Avşar illeri
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız kirmanî
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman Padişah’ın dağlar bizimdir.

Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.



Bir gün Dadaloğlu’na Kozanoğlu’nun vurulduğu haberi gelir:


N’olaydı da Kozanoğlu’m n’olaydı
Sen ölmeden bana ecel geleydi
Bir çıkımlık canımı da alaydı
Böyle rüsvay olmasaydık cihanda


Neyledik de Hak’ka büyük söyledik
Ne akılla kahpeleri dinledik
Cahil idik, n’ettiğimiz bilmedik
Aciz çıktı bak adımız cihanda

Beyim gelir arkasında bin atlı
Cümlesi de sanki kuştur kanatlı
Ölürsek derdimiz olur bin atlı
Yar yetimi kalır mıydı meydanda

Derviş Paşa gayrı kına yakınsın
Böbür böbür dört bir yana bakınsın
Ama bizden gece gündüz sakınsın
Öç alırız ilk fırsatı bulanda

Dadaloğlu söyler size adını
Şimden yok bilsin, hasmım, kendini
Bağlasalar parçalarım bendimi
Yatacağım bilsem bile zindanda


Dadaloğlu ağıdında; “Öldürmüşler beyimizi” derken, Derviş Paşa’ya öfkelidir:

Kozan’a iller Kozan’a
Akıl ermez bu düzene
Öldürmüşler beyimizi,
Yasak mezarı gezene

Kara çadır is mi tutar
Altın tabak pas mı tutar
Kozanoğlu ölmeyinen
Avşar kızı yas mı tutar


Şu Feke’nin hanımları
Talim bilmez alimleri
Kör olasın Derviş Paşa
Hep dul koydun gelinleri.

Zorunlu iskân başkaldırı ve yakınmanın harmanlandığı bir tablodur. Dadaloğlu direnişini sürdürür:


lgıt ılgıt seher yeli esiyor
Gavur dağlarının başı dumanlı
Gönül binmiş aşk atına aşıyor,
Bre beyler, cünûnluğun zaman mı

Aşağıdan iskân evi gelince
Sararıp da gül benzimiz solunca
Malım mülküm, seyfî gözlüm kalınca
Kaypak Osmanlılar size aman mı

Aşağıdan iskân evi geliyor
Bezirgânlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler geliyor
Yoksa devir döndü ahir zaman mı

Aşağıda akçacığın ötünce
Katarbaşı mayaların sökünce
Şah’tan ferman, Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı

Dadaloğlu’m sevdası var başımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
AlışkIn tüfekle dağlar başında
Azrail’den başkasına aman mı


İskândan sonra Payas, Osmanlı yönetimine karşı gelenlerin zorunlu ikamet yeri olmuştur. İsyancıların bir bölümü gözaltında, bir bölümü hapistedir. Dadaloğlu Payas Kalesi’nden seslenir:

İskân emri oldu aşiret yasta
Kız kadın kalmadı hepisi hasta
Dadaloğlu’m hapis derler Payas’ta
Kanat takıp sur duvardan uçtu mu.

Payas, Küçükalioğulları’nın yurdu olarak bilinmektedir. İskân sonucu Musduk Paşa’nın oğlu Dede Bey’in Trablusşam’a sürülmesinden sonra, Payas Kalesi’nde sükûnet başlar. Dadaloğlu Payas’ın eski günlerini özlemektedir:


Gene tuttu Gavur Dağın boranı
Hançer vurup acerledin yaramı
Sana derim Musduk Paşa öreni
İçindeki bunca beyler nic’oldu

Pöhrenk ile sularını getiren
Yoksulların işlerini bitiren
Çınar sana arka verip oturan
Samur kürklü koca beyler nic’oldu
Tavlasında arap atlar beslenir
Konağında baz şahinler seslenir
Duldasına nice yiğit yaslanır
Bozkır atlı yüce beyler nic’oldu

Feneri de deli gönül feneri
Atları da dolanıyor kenarı
Sana derim Küçükali Öreni
Sana inip konan beyler nic’oldu

Sabahaça kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince beş yüz atlı binerdi
Sana inip konan beyler nic’oldu

Musduk Paşa gitmiş odası yaslı
Hatunları vardı hep durna sesli
Top top zülüflü de İstanbul fesli
Usul boylu hatunların nic’oldu

Saçı altın bağlı fesler sırmalı
Lahûrî şal giymiş gümüş düğmeli
Gözleri kuduretten siyah sürmeli
Mor belikli güzellerin nic’oldu

İskânla birlikte ekonomik ve sosyal bir açmaza giren Avşarlı yas tutar. “Allar yerine karalar bağlar. Paralar geçmez, pul olur.” Dadaloğlu umutsuzdur:


Derviş Paşa yaktı yıktı illeri
Soldu yurdumuzun bütün gülleri
Karalar giydik de attık alları
Altınımız geçmez akçe tuncoldu

Ağlayı ağlayı Dadal’ım söyler
Vefasız dünyayı şu insan neyler
Bin yiğidi bir kötüye kul eyler
Şimden sonra yaşaması gücoldu

İskân olayında yöredeki Türkmenler içinde en büyük güçlüğü Avşarlar çekmiştir, denebilir. Kendi istekleriyle Sarız, Pınarbaşı taraflarına iskân edilirler. Büyük ekonomik sıkıntılar yaşanır. Artık Çukurova’ya da dönenmemektedirler. Ancak Avşarlar’ın Çukurova’da da köklü anıları vardır. Üç yüz yıldır Yiğitlerin at oynattığı, Avşar güzellerinin salınarak gezdiği, beylerin Arap atlarına binip cirit oynadığı, çadırlarda dibek kahvelerin dövülüp içildiği, binlerce at ve koyun sürülerinin otladığı” Çukurova unutulmaz:

Bize haram oldu Çukurova’lar
Şahin uçtu ıssız kaldı yuvalar
Türkmen kızı katarlamış mayalar
Bozuldu katarı, teli Avşar’ın

Dadaloğlu’m bu iş bize güçoldu
Osmanlı’dan altınımız tunçoldu
Gözü kanlı şahbazlarım nic’oldu.
Ermedi çakmağa eli Avşar’ ın


Kırıkhan ve çevresinde erkeklerin evlenme çağına geldikleri zaman genellikle şu iki durumla karşı karşıyadır;

1 - Ya sevdiği birisi vardır,

2 - Ya da büyüklerinin göstereceği bir kızla evlendirileceklerdir.

Birinci şıktaki durum, yaşadığımız devirde sıklıkla karşılanmaktadır. Evlenme çağına gelen delikanlı sevdiği ve beğendiği kızı, bir punduna getirerek annesine veya kız kardeşine duyurur. Annesi kızı araştırır, beğenir ve oğluna layık bulursa durumu oğlanın babasına açar. Aile içinde herkesin görüşü usulüne uygun bir biçimde alınır. Olumlu ise kız tarafına, iki aileninde tanıdığı bir yaşlı kadın aracılığıyla haber gönderilir. “ Bir akşam size gelmek istiyoruz.” denilir. Kız tarafı bu istemi kendi durumlarına göre ayarlar ve günü daha sonra aradaki kadına bildirirler.

KIZ İSTEME

Oğlanın anne ve babası kız evine önceden belirlenen tarihte giderler. Hal hatır sorulur ve ziyaret sebebi açıklanır. “Allah’ın emri, Peygamber efendimizin kavliyle kızınız .........’ı , oğlumuz ........’a istemeye geldik.” Bu arada kahve gelmişse çilmeden öylesine bırakılır. (kısmete dokunmamak için) Kız evi niyetlerini hemen açıklamaz. Kızın babası “Allah hakkımızda hayırlısını nasip etsin. Bizim de bize göre danışacaklarımız var. Danışalım, soralım. Size bir kaç gün içinde haber verelim” derler. Oğlan tarafı yapılan ikrama dokunmadan evden ayrılır. Kız tarafı oğlanı soruşturmaya başlar. Kötü alışkanlıkları var mı? kumar oynar mı? işi var mı? gibi kendilerince önemli saydıkları konuları araştırır. Kızın evliliğe niyeti olup olmadığı, başka birisini sevip, sevmediği anne tarafından araştırılır. Aile büyüklerine sorulur. Amca oğlu, dayı oğlu, hala oğlu varsa onların anne ve babalarına da bilgi verildikten sonra oğlan tarafına haber salınır.

Oğlanın anne ve babası, abileri, ablaları, eşraftan tanıdık varsa yanlarına alınır. Kız evine belirlenen akşam gidilir. Tatlı günü kararlaştırılır. Kız tarafı bu arada altın, gümüş vs. isteklerini bildirir. (kalın) Kırıkhan da bu kalın isteme yavaş yavaş kalkıyor. Oğlan babası “ O kız bizimdir artık. Diğer çocuklarımıza ne yaptıksa buna da yapacağız” der. Tatlı günü kararlaştırıldıktan sonra evden ayrılırlar. Tatlı günü sabahı kız, annesi, ablası, varsa yengesi, oğlan, annesi. ablası, varsa yengesi köyden şehre alış-verişe gidilir. İkişer kat elbise, çanta, ayakkabı, terlik vs. bir de oğlan evi kıza “tatlı yüzüğü” alır.

Tatlı, aile arasında yenilir. Oğlan tarafının yakın akrabaları gelir. Kız tarafıda kendi yakın akrabalarını davet eder. Tepsilerle baklava getirilir. Yenilir, içilir. Kıza tatlı yüzüğü takılır. Oğlan ve kız aile büyüklerinin ellerini öperler. Tatlı töreni sona erer ve herkes evine gider. Kız evi ve oğlan evi ertesi sabah konu komşuya baklava dağıtırlar. Eskiden davetliler baklava tepsilerinin parasını kendileri öderlerdi. Şimdi bu masrafı oğlan babası yapmaktadır.

NİŞAN HAZIRLIĞI

Tatlıdan münasip bir süre sonra oğlan evi nişan gününü belirlemek üzere kız evine giderler. Nişan günü iki tarafında hazırlıklarını tamamlayacağı bir süre sonrasına ve genellikle cumartesi, pazar günü kararlaştırılır.

Nişandan onbeş gün ünce davetiyeler bastırılır. Nişana çağrılacakların listesi hazırlanır, davetiyeler yazılır. Dağıtılmaya başlanır. Oğlan tarafı, kızı şehre getirerek elbise, ayakkabı, çamaşır, nişan yüzüğü , kızın babasına gömlek, annesine elbise alır. Oğlana da kız evi tarafından elbise, gömlek, ayakkabı ve çamaşır, oğlan babasına gömlek, annesine elbiselik, oğlana nişan yüzüğü alır. Oğlanın kız kardeşleri varsa bunlara da elbise alınır, erkek kardeşi varsa gömlek alınır. Bu hediyeler kız tarafınca nişan sonrası oğlan evine gidildiğinde götürülür.

Nişan on yıl öncesine kadar kız evinde yapılırken, şimdi oğlan tarafının belirlediği yerde, salon veya okul bahçesinde yapılıyor. Nişan iki türlü yapılmaktadır.

1 - Davul ya da orkestra ile, yada ikisi birlikte,

2 - Mevlüd - i şerif ile.

Nişan töreninde mevsime göre ya dondurma, ya da meşrubat ikram edilir. Acıbadem pastası, özel şekerlik dağıtılır. Nişan yapılacak salonun orta yerine masa ve koltuk takımı yerleştirilir. Kız ve oğlan yan yana otururlar. Halaylar çekilir, oyunlar oynanır ve gür sesli biri Şaba (takıntı) yapılacağı anonsunu yapar. Nişan yüzükleri bir kurdela ile birbirine bağlanır. Gümüş bir tepsi, üzerine elle örülmüş bir örtü konulur. Yüzükler, birde makas hazır bulundurulur. Nişan yüzüğünü iki ailenin de saygı duyduğu bir kişi takar ve makasla kurdelayı keserek “hayırlı, uğurlu olması” dileğinde bulunur. Daha sonra oğlanın annesi, babası altın zincir takarlar. Bu zincir oğlan tarafının maddi durumuna göre 1.5 veya 2 m. uzunluğundadır. Oğlan ve kıza takıntılar altın bilezik veya para olarak yapılır, bir taraftan da misafirlere ikram yapılır. Bir süre nişan sona erer. Davetliler nişanlı çiftin masasına yaklaşır, iki genci tebrik eder ve “hayırlı olsun” dileğinde bulunarak salonu terkederler.

DÜĞÜN HAZIRLIKLARI

Düğün günleri ekseriyetle mahsül (ürün) sonuna denk getirilir. Bu da tarlası, bağ bahçesi olanları için geçerlidir. Mesela “düğünümüzü pamuktan sonra yapacağız” vb. gibi konuşmalar bu yrörede oldukça yaygındır. Bir hususu da açıklamakta yarar var: Düğünü iki bayram arasına getirmemeye oldukça dikkat ederler. Bu da yöre insanımızın inanışından kaynaklanıyor.

Düğün hazırlıkları oğlan evi ve kız evinde haftalar önce başlar. Bunlar mesela; Oğlan evinde misafirleri ağırlayabilmek içinbir hafta önce ekmek yapılır. Döşşek yapımında kullanılan yünler yıkanır. Akrabaların yardımı ile döşşekler, yorganlar yapılır. Oğlan evi ve kız evinden birkaç kişi köyden şehire mobilya beğenmeye gidilir. Her türlü alış-verişler yapılır. Davetiyeler basılır. Önceleri okuntu dediğimiz elbiselik gömleklik, çorap, mendil vs. gibi hediyeler alınır idi. Şimdi davetiye basılıp ev ev dağıtılıyor. Düğün yemeği malzemeleri alınır. Koyun alınır, sandelyeler, masalar, tabaklar, kaşıklar kiralanır. Perşembe veya cuma günü kız evinden çeyiz çıkartılır.

Cuma günü öğleden sonra oğlanın kivresi tarafından bayrak kaldırılır. Bayrağın tepesine soğan takarlar. 2-3 el ateş edilir. O an hemen kan akıtılır. Ne kesilmiş ise (tavuk vs. gibi) orada bulunan davulculara verilir.

Cumartesi günü öğleden sonra davullar düğün evine doğru gelirler iken düğün sahipleri ellerinde mendiller ile oynayarak, silahlar sıkıla sıkıla davulu karşılarlar. Artık düğün başlamıştır. Gelen misafirleri düğün sahibinden birkaç kişi ve bir davulla bir zurna yolun başında davulcuların eşliğinde karşılamaya çıkarlar.

Yatsıdan sonra oğlanevinden kalabalık bir topluluk kız evine kınaya gider. Silahlar sıkarak geldiklerini kız evine duyururlar. Çerezler dağıtılır. Kına yakımında türküler söylenilir. Bunlardan en yaygın olanı şudur:

Kınayı getir ane

Parmağın batır ane

Bu gece misafirem

Koynunda yatır ane

Yanında yatır ane

Evli bekar kış günü

Oldum kızlar düşkünü

Ayak yalın baş açık

Yola düştüm kış günü

Kız evinde kına işleri devam ederken oğlan evinde de kına telaşı başlamıştır.

GÜVEYİ KINASI

Orta bir yere iki sandalye ve bir masa ayarlanır. Oğlanla, sağdıç oturur. Davulcular oyun havası çalmaya devam ederler. Oyunlar aynanır. Para takıntısı yapılır. Paralar bir tepsi içinde saklanır, oğlana bırakılır. Sağdıçtan para isterler. Vermez ise ayakkabısını çalarlar. O da para vermeye razı olur. Oğlan evinde de kız evinde olduğu gibi türküler söylenir. Çerezler yenilir. Silahlar sıkılır ve kına gecesi de böylece bitmiş olur.

Pazar günü oğlan evi biraz daha erken kalkar. Akşamdan hazırlanan yemekler, öğleye yetiştirilmeye çalışılır.

Öğleye doğru herkes takıntısını bir zarfın içine koyar, oğlan evine bırakır. Bir baştan da yemekler masalara dizilir.Yemek beş-altı çeşitten meydana gelir. Bunlar pirinç pilavı, kuru fasulye, döğme, sarma, vs. Herkes afiyetle yediğini yedikten sonra, ikindiye doğru gelin almaya gidilir.

Gelin çıkarılır iken gelinin kardaşlarından birisi gelinin beline kırmızı kuşak bağlar. Gelinin kardaşları sandığa oturup oğlanın babasından para isterler. Gelin önce annesinin, babasının, kardeşlerinin ellerini öperek vedalaşır. Gelinin kardaşları arabaya kadar uğurlarlar.

Gelin arabası ve konvoyu oğlan evine geldiği zaman silahlar sıkılır.

Gelin arabadan inmeden oğlanın yakınları para, şeker, buğday, çerez, badem serperler veya bunlardan birkaçı bir arada serpilir. Arabadan indikten sonra eline şişe verilir, onu kırmaya çalışır.

Oğlan yakınları hayırlı olsun dileklerinde bulunur ve düğün burada sona erer. 1939’da Hatay’da çeşitli ulusal ve dinsel toplulukların siyasal olaylardan kaynaklanan çeşitli sorunları vardı. Dinsel ve ulusal ayrılıklar, ilişkileri olumsuz yönde belirlerken, kültürel etkileşim de kaçınılmaz olarak yaşanıyordu. Bu, beslenmeden, giyim - kuşama, geleneklere dek her alanda gözleniyordu. 1937 ‘de ilde çeşitli araştırmalar yapan P.Barzantay’a göre : “ Uzun asırlarda oluşan birçok Devrimler Antakya’da din, dil, entellektüel yaşamı çok değiştirmişse de eski giyinişleri, ev ve çömlek eşyası şekillerini, et kesme usulünü, yükleri merkeblerin sırtına eskisi gibi yükleme biçimini değiştirememiştir.” ( Türkmen , 1937, s.57 )

YAŞAMA BİÇİMİ :

Söz konusu yapının değişimi ancak 1950 sonrasında gerçekleşebilmiştir. Bu tarihte başlayan sanayileşme, ayrılıkları bir ölçüde köreltirken, geleneksel yapının çözülüşünda de etken olmuştur. aynı dönemde tarımsal alanda de kapitalist ilişkiler belirmiş, il içinde nüfus devinimleri yoğunlaşmıştır. Kırsal kesimden Kırıkhan, İskenderun, Antakya gibi merkezlere göçün artışı hızlı bir kentleşmeyle birlikte; beslenmeden, barınmaya, giyim - kuşama dek günlük yaşamın öğelerinde de hızlı bir değişim yaratmıştır.

1960’larda, mevsimlik tarım işçiliği büyük ölçüde tarım sanayiinde çalışmaya (çırçır, dokuma fabrikaları vb.), küçük iş kollarındaki usta - çırak ilişkileri de işçi - işveren ilişkisine dönüşmüştür. Bu, ildeki toplumsal örgütlenmeleri yaygınlaştırırken, etnik ayrılıklar de yerini toplumsal konumdan kaynaklanan ayrılıklara bırakmıştır.Aynı dönemde yaşamı algılayışta beliren bu değişim eğitime ilgiyi yoğunlaştırmış, yerel basında çeşitli etkinlikleri hızlandırmıştır.

Bu oluşum, 1970 - 1973 döneminde Hatay’a Türkiye ortalamalarının üstünde bir kentleşme hızı getirmiştir. Söz konusu dönemde Türkiye genelinde kentleşme hızı % 42,8 iken, Hatay’da % 50.3 olarak belirlenmiştir.1970 lerin başında Demir - Çelik Tesisleri’nin yanında, Ortadoğu’daki savaş nedeniyle de İskenderun büyük bir canlılık kazanmıştır. Kentleşme hızı, Merkez İlçe’ninkini aşmıştır.

Ancak, bu da ikili bir yaşam biçimini doğurmuştur. Kent merkezinde, mağazaları çarşıları, yapıları, dinlenme alanlarıyla çağdaş değerler öne çıkmıştır. Gecekondu bölgelerindeyse töreleri, geniş aileleri, maltızları, şalvarlarıyla kırsal kesim kültürü egemendir. Bu durum, İsenderun’a tipik bir geçiş toplumu niteliği kazandırmaktadır. (Aynı olgu 1980’lerde daha düşük düzeyde de olsa Kırıkhan’da yaşanmaktadır.)

Hatay’da toplumsal devingenlik 1975 - 1980 döneminde daha değişik bir boyut kazanmıştır. Ulusal ve dinsel ayrılıklar bu dönemde, siyasal eğilimlerle eklemlenerek yeniden gündeme gelmiştir. Bu; toplumsal yaşantıda bölünmelere yol açmış, kimi noktalarda çatışmalara varmıştır. Yerleşim, eğlenme, eğitim gibi yaşamın somut alanlarına dek uzanan ayrılıklar, ilin kültürel alandaki kazanımlarını bir ölçüde geriletmiştir.

Tüm sorunlarına karşın, toplumsal gelişmenin hızlı olduğu Hatay’da yerel özellikler, çağdaş değerlerle etkileşim içindedir.Nişan, düğün gibi törenler günlük yaşamın renklendirici öğelerindendir. Çeşitli kaynaklara dayanan eğlenceler yöre halkının özellikleri arasındadır. Çukurova Vericisi’nin hizmete girdiği 1968’e değin Arap radyolarının dinlendiği Hatay’da kitle iletişim araçlarının etkinliği belirgindir. Eğitimin yaygınlaşması da kültürel gelişimin ana kaynaklarından birini oluşturmaktadır.

GİYİM KUŞAM

Kırıkhan’ın birçok yerinde tarihi hatırlatan giysilere rastlanır. Bu gün modanın kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaşmasının bir sonucu olarak sandıklara kaldırılan bu giysiler şunlardır :

FERMANA :

SAKO :

CÜPPE :

HIRKA :

ABA : Bugün Gaziantep ve çevresinde sık rastlanılan bir üsteceliktir. Birkaç cinstir. Yerli Aba, Maraş Abası. Humus Abası, Torun Abası, Siyah Aba, Çuha Aba. Çuha Aba; Çuhadan yapılır. Yerli Aba; genellikle dokunurken yakasına bir süs işlenir. Boz Aba; Fıstıkçı köylüleri ile, dere ve yazı köylüleri giyerler. Kırmızı Aba; daha çok kıraç köy yerlerinde oturanlar giymektedir. Maraş Abası; Yapıcı ustaları ve ameleler giymektedir. Kara Aba; Çiftçiler giyer. Humus Abası; Çok süslü ve sırma işlemeli kollu olduğundan, zenginler, toprak ağaları, eşraf bayram elbisesi olarak giyer.

MEŞLAH : Birkaç cinstirler. İnce ve sırma işlemeli, kollu ve kolsuz, uzunca siyah kırmızı, kahverengi, iç kısmı genellikle kuzu derisinden yapılmış, kürk gibi uzun bir paltoyu andırır.

YAMÇI : Kolsuzdur. Keçeden yapılır. Çobanlar, mekkareciler gibi kışın açık havada çalışmak zorunda kalanlar giyer. Bir de üzeri tüylü Çerkez Yamçısı vardır.

KÜRK : Kuzu derisinden yapılır.

LATA : Eski medreselerde mollalar giyermiş. Dar kollu, vücuda yapışık, paltoyu andıran bir giysi. Ayaklara kadar uzundur.

BUZİYE : Beyaz patiskadan yapılmış, ince, beyaz Meşlahtır. Yazın giyilir.

CEPKEN : Kolsuz ve saltalıdır. Saltalarda ve Göğüste sırma işlemeli süsler vardır. Zamanın Kırıkhan Konsolosu ve Kavası böyle giyerlermiş.

ZIBIN : Birkaç cinstir.Ceket altına giyilir.

ÇİNTİYAN : Mavi veya siyah bezden yapılmıştır. Pantolon gibi dar ve pahalı olmadığı için işçiler çoğunlukla Çintiyan giyer.

ŞALVAR : Çintiyan gibidir. Fakat çuhadan yapılır. Zenginler ve hocalar giyer. Mavi çuhadan yapılır. Uçkurluğu pembe ve ipekli patiskadandır. Uçkurların uçları ipek püsküllüdür. Ön tarafta görünecek şekilde sarkar ve süs şeklini alır. Bazılarının iki yanında zırh şeklinde ibrişimli veya ibrişimden işlemeli süsleri vardır.

ÇAKŞIR : Eski Mevlevilerin giydikleri bir tür şalvardır. Çuhadan yapılır, renk ayrımı yoktur. Giyecek olanın zevkine göre renk seçilir.

TUMAN : Bugünkü adı iç pantolondur. Şalvar kadar bol ve topuklara kadar uzundur. Uçkurluğu vardır. Uçkur; ipek veya iplikten işlemelidir.

KUŞAKLAR : Şal kemer, Trablus, kayış, kuşak ve bele kuşanılan her hangi bir şey olabilir.

POSTAL : Birkaç çeşittir. Yemeni postal, Kundura, Edik, Kapkap Hede, Telik Çarık, Kaluşlu potin, Papuç Laptin, Karçin. Ayağa giyilir şeylerdir.

BAŞA GİYİLENLER : Fes, küllah, Tellik, Sarık. Cumhuriyet Hükümetinin gelişimi bazıları yok olmuştur. Şimdi şapka, külah ve bazen tellik giyilir.

KADIN KIYAFETLERİ : Kadınlar genellikle çit ( pamuklu veya basma pazen ) giyerler. Başlarına dolak veya keçik bağlarlar. Yazma denilen bir nevi oyadır. Namaz kılarken, mevlüt dinlerken veya dini törenler esnasında başa şeş tabir edilen ince, beyaz bir dolak dolamak adettir. Yazın çit ve dolakla gezerler.



Eskiden temel uğraşlardan biri olan ipekböcekçiliği, özellikle kadın giyimini etkilemiştir. 20. yy. başlarına değin ilde entari, kuşak ve başörtülerinde ipekliler egemendi. Sonraki yıllarda bunun yerini pamuklu dokumalar almıştır.

Geleneksel kadın giyimi; zıbın, mavi yünlü ya da pamuklu kumaştan, bel bol ve büzgülü entari, üstüne “güdük” denen pamukludan kısa bir yelek, belde kuşak ya da yağlık , ince yün çorap, yemeni, çarık yada kundura, başta ak şal ve kefiyeden oluşurdu. Güdük yerine cepken, kefiye yerine fes giyildiği de olurdu. Fes üstüne, iki yandan saç uçları görünecek biçimde yaşmak bağlanır, yaşmak çözülmesin diye kara kaytanla örülür, uçları altınla süslenirdi. Takı, günümüzde de yaygındır.Altın küpe, bilezik, yüzük, eskiden “sırma” denen altın dizileri, kadın giyim - kuşamının tamamlayıcı öğeleri arasındadır.

Geleneksel erkek giyiminde de yöreden yöreye değişen özellikler vardır. Ancak, ağ kısmı bol, gittikçe daralan paçaları dar ve işlemeli şalvar, erkek giyiminin değişmeyen parçasıdır. Bele enli ve kalın kuşak sarılır, üstüne melez gömlek (köynek) giyilir. Antakya, Altınözü, Samandağ ve Reyhanlı’da melez gömleğin yerini yakasız mintan alır. Üstte kimi yörelerde “aba” denen yelek giyilir. Hatay’a özgü kısa kollu, uzun, etek ve kolları ince çizgili büyük motiflerle bezeli bir ceket türü vardır. Motiflerle küçük desenler ve özgün bir işçilik görülür. Kimi yörelerde bu ceket, yerini “salta”ya bırakır. Başa terlik yada takke denen el örgüsü bir başlık giyilir, çevresine poşu (kenarları püsküllü ipek başörtüsü) sarılır. Takkenin üstüne renkli poşu bağlanan yerler de vardır. Yün çorap ve yemeni giyimi tamamlar.

BESLENME BİÇİMLERİ :

Bulgur, ayran, et ve baharat, İl mutfağının temel öğelerini oluşturur. Beslenme, büyük ölçüde buğday ve buğdaydan elde edilen ürünlere dayanır. Üretimi yaygın sebze - meyve tüketimi de çoktur. Kırsal kesimde ise bulgur ve süt ürünlrine dayanan, sınırlı bir beslenme biçimi görülür.

Patlıcan, biber, fasülye gibi yiyecekler kurutularak kışa saklanır. Tarhana, bulgur, lor, çökelek de yazdan hazırlanan yiyeceklerdendir. Nar suyu, biber, domates, şalgam turşusu çok kullanılan katkılardır. Künefe, cezerye, güllaç ve lokma de İldeki tatlı türleridir.

Köylerde bazlamaya benzer, tandırda yapılan ekmeğin hamuruna biber katılır. İlçelerde de yufka ekmeği pişirilir.

Bütan gaz kullanımı kırsal kesimde yaygınsa da yemekler daha çok tandır ya da maltız da pişirilir. Sabah kahvaltısında, çayın yanı sıra tuzlu yoğurt yenmesi ilin beslenme kültüründeki özgünlükler arasındadır. Kış aylarında tuzlu yoğurt yerine, biberli çökelek yenir.

Hatay’da pilavlar ; iç pilav, cevizli pilav, tavuklu dövme pilav, bulgur aşı, yoğurtla yapılan ”siresil” gibi çeşitlilik gösterir. En beğenileni çorba türü ayran, sumak ve bulgurla yapılan “toğga”dır. Tarhana ya da çekilmiş nohut ve ayranla yapılan “lepeç”de özgün çorbalar arasındadır.

Çiğköfte, içli köfte, oruk yanında, kıyma ,domates, soğan ve biberle yapılıp, sıcak pide üstüne yayılarak yenen Arap Kebabı ildeki yaygın et yemeklerindendir.

Oruk : Yağları ve sinirleri alınmış yağsız et tahta üzerinde macun haline gelinceye dek dövülür. Bulgur, tuz, biber, bolca baharat konularak iyice yoğrulur. Fıstık eklenerek ya küçük köfte ya da el ayası büyüklüğünde yassı parçalara bölünür. Fırında ya da tavada kızartılır.

Künefe : Tel kadayıfla yapılır. Kadayıfın yarısı tepsiye yayılır, üstüne kaymak ya da tuzsuz lor döşenir. Öbür yarısı da peynirin üstüne yayılır. Ateşte bir yüzü kızarıncaya değin yavaş yavaş çevrilerek pişirilir. Alt üst edilerek öbür yüzün de kızarması sağlanır. Ateşten indirilince soğumuş şerbet dökülür.

Künefede kullanılan kadayıf sıvıya yakın kıvamda bir hamurdan evda de yapılabilir. Hamur, özel bir tahta kapla sıcak saç üstüne tel tel dökülerek pişirilir.

İNANÇLAR VE TÖRESEL YAPI :

İlde Müslümanlığa dayalı inanmalar yanında, mezheplerden kaynaklanan inançlar da vardır. Merkezlerdeki yoğun değişime karşın, kırsal kesimde özellikle şeyhlik, seyyitlik gibi kurumlar etkilidir. Şeyhlik gibi, halk hekimliğinin yaygın türlerinden dalak kesiciliği de ( yörede “ocak” denir ) babadan oğula geçmektedir. Şeyhlerin çeşitli “keramet” leri olduğuna inanılır. Günlük yaşamda inançlar etkili olmamakla birlikte özellikle sayrılıkların iyileşmesi ve dileklerin gerçekleşmesi için bu kurumlara başvurulmaktadır.

DİNSEL YAPI VE BOŞİNANLAR :

Toplumsal yapıdaki hızlı değişim dinsel yapının da önemli ölçüde çözülmesini getirmiştir. Ancak, ilin tarihsel gelişiminde yaşanan olaylar, sınırlı kesimlerle ilgili etnik ayrımlar, belli savunma biçimlerini de getirmiştir. Bu olgu kırsal kesimde yoğundur. Dinsel bağlar, etnik yapıdan önde gelmektedir.

Halk hekimliği anlamına giren inanmaların en yaygını dalak kesmedir. Hastalar bir ya da iki dalak alarak ocağa gider ( dalak kesenin evi ). Hasta bir sedire yatırılır. Dalaklar gövdesinin sağına ve soluna yerleştirilir. Dalak kesici kızdırılmış bir şişle dualar okuyarak, hızla hastanın çevresinde üç kez döner. Tılsımın bozulmaması için öfkeyle hastanın üstüne yürür ve dalakları çaprazlamasına keser. Kesilen dalaklar dört yol ağzında bir yere, hayvanların eşeleyip çıkaramayacağı derinliğe gömülür. Onlar kuruyunca, hastanın dalağı de iyileşicektir.( Şişlikler inerek, eski biçmini alacaktır.) Bu sağaltma ücretsizdir. Hayrına yapılır.Para alanların günaha gireceklerine inanılır.

İlde “Modu Modu Çağırmak “ denen öbür yörelerde de görülen yağmur duası uygulaması yaygındır. Nisan - Mayıs ayları kurak giderse yaşlılar bu törene öncülük eder. Çocuklar ve gençler gündüzden bir korkuluk hazırlar, eski giysilerle donatır. Karanlık basınca tören başlar. Korkuluk, bir sırığın ucuna bağlanır. Evlerden torbalarla yiyecek toplanır.Herkesin bir araya gelmesiyle korkuluk havaya kaldırılır. Her evin kapısında

“ Modu ! Modu !

Anan kimden doğdu

Bir kaşık sudan doğdu

Ver Allah’ım ver

Kırk gün yağmur

Elli gün çamur “

diye bağırılır. Bağırışı duyup, evden çıkanlar korkuluğa bir kova su döker, yağ, bulgur, un gibi yiyecekler verir. Ertesi gün türbeye gidilir ve toplananlar pişirilir. Yemekler taş üstüne dökülerek elle yenir. Sonra gençlerden en deneyimlisi türbeden bir taş alarak, arkasına bakmadan köye yürür, öbürleri onu izler. Türbeden alınan taş bir kuyu ya da akarsuya atıldıktan sonra evlere dönülür.

Ramazan sonunda, bereketin kaçmaması için “ şeytan kovma “geleneğinin sürdüğü yerler de vardır.Doğum, çocuk ve evlenmeyle ilgili boşinanlar yaygındır. Nikahta bekarlar kısmetleri bağlanmasın diye ellerini ya da kollarını kavuşturmaz. Bayrama hazırlıklar bayramdan bir hafta önce başlar. Kırıkhan, Reyhanlı, Hassa yöresine ait ve özellikle Kırıkhanlıların yerel tabirle “Kömbe” dediği pasta türü kurabiye yapılır. Kömbeyi durumu iyi olsun, olmasın bütün aileler yapar. Yapılan Kömbe ailenin maddi durumu ve sosyal statüsüne göre çeşitli türlerdedir. Gelen misafirlere mutlaka kömbe ikram edilir. Kömbe; un, şeker, baharat (özel kömbe kokusu), süt, yağ, yumurta gibi maddelerden yapılır. Tahtadan oyulmuş Kömbe Kalıplarıyla şekil verilir. Fırınlardan alınan veya aileye ait tepsilere dizilerek pişim için hazırlanır. Kömbe yapımında komşu kadınlar hamur yoğrumuna yardım ederler. içine veya üzerine ceviz konulan Kömbe’ye “Katmer” adı verilir. Kömbe Ramazan Bayramından önce yapılarak, fırınlarda sabahlara kadar sıra beklenerek pişirildikten sonra eve getirilir. Evin kadın ve kızları ev temizliğine başlar. Arife günü yerel tabirle “murt” denen ağaççık ve misafir şekeri alınır. Mezarlıklara gidilerek aileye ait mezarlar üzerine Murt dalları düzenli bir şekilde konulur. Ölüler için “Fatiha” okunur, dualar edilir. Mezarlıkta bulunan çocuklara şeker dağıtılır.

DİNİ BAYRAMLAR

RAMAZAN BAYRAMI:



Bayram günü, erkekler Bayram Namazına gider. Köylerde Bayramlaşma, genelde Camide olur. Küçükler, büyüklerin elini öper, büyüklerin araya girmesi ile kırgınlar barışır. Bayram Namazından sonra mezarlıklar ziyaret edilir. Dualar edilir. Mezar üzerine su dökülür.

Mezarlıktan dönüldükten sonra evdekiler sıra ile Baba’nın elini öperler, çocuklara harçlıkları verilir. Bir ay süren Orucun acısı çıkartılırcasına hazırlanan mükemmel bir kahvaltı yapılır. Köylerde, taze ve sıcak ekmek (bazlama), süt, tereyağ, çökelek, yeşil zeytin, zeytin salatası, katıklı ekmek, yumurta, biber ezmesi, peynir, kaymak, kekik salatası gibi mevsimine göre sofrada yiyecek servisi yapılır. Eskilerde yer sofrasında kahvaltı ve yemek yenirken, iletişimin etkisiyle masada ve herkese ayrı tabak servisi yapılmaya başlandı.

Kahvaltı sonrası önce yakın komşulara ve akrabalara bayramlaşmaya gidilir. Eve gelenlere mutlaka kömbe ve şeker ikramında bulunulur.

KURBAN BAYRAMI

Kurban Bayramı öncesi kurban kesecek erkek ve kadın için kent merkezinde açılan canlı hayvan pazarından yoğun bir pazarlık sonrası kurban alınır. Eve getirilir. Evde ve komşular içinde Kurban kesmeyi bilen yoksa, kasapla anlaşma yapılır. Eve getirilen kurban temizlenir, gerekiyorsa bir güzel yıkanır, yiyecek ve su verilir. Kimi köylerde yünü çeşitli renklerle boyanır. Kurbanlık koç ise boynuzuna renkli kurdela bağlanır.

Mezarlıklar ziyaret edilir. Mezarlara murt yaprakları konulur. Dualar edilir.

Arife günü ev temizliği tamamlanır. Mahalli yemeklerden Dövme hazırlanır. Şeker, kolonya veya gülsuyu alınır. Elbiseler ütülenir. Erkekler berbere giderek saç ve sakal traşı olurlar.

Bayram sabahı baba ve varsa erkek çocuk erkenden kalkar. Abdest alıp camiye giderler. Bayram namazı kılındıktan sonra cemaat ile ayrı ayrı bayramlaşılır. Büyüklerin elleri öpülür. Küsler ve dargınlar barışır.

Evde ise hummalı bir faaliyet başlamıştır. Yataklar toplanmış, Kurban kesimi için hazırlıklar yapılır. İp bulunur, keskin bıçaklar, et için değişik ebatlarda tepsiler hazırlanır. Bir kova su ve Kurbanlık, şehirde ise kesim yapılacak yere götürülür, köylerde ise genellikle evin bahçesi kesim için en uygun yerdir. Şehirlerde Apartmanlarda kesim banyoda ya da evin giriş kısmında yapılır.

Aile reisi camiden geldikten sonra bayramlaşılır. Kurban kesimi için yapılan hazırlıklar gözden geçirilir. Varsa, eksikler tamamlanır. Kurbanı kesecek kasap ya da şahıs beklenir. Kısa sürede kurban kesilir, dağıtılacak et evin yaşlı kadını tarafından hazırlanarak çocuklara dağıtılır. Sabah kahvaltı yapılmadığı için yoğun bir trafik başlamıştır. Bir yandan kebap için mangal hazırlanırken, bir yandan da taze ekmek, salata, soğan salatası (zerzevat) hazırlanır, kebap şişleri mangala sürülür ve bu yemek öğle vaktine kadar devam eder. Kadınlar bulaşıkları temizlerken, et ağırlıklı yemekler için çalışmalar yapılır.

Bayramın birinci günü mümkün olduğu kadar kısa ve çok yakınlara bayramlaşmaya gidilir. Asıl bayramlaşma ikinci günden itibaren yapılır.

SÜNNET DÜĞÜNÜ İLE İLGİLİ ADETLER

Sünnet olacak çocuğa ailenin sosyal yapısına göre bir kirve bulunarak başlanır. Kirvenin aile içindeki konumu çok önemlidir. Kirve artık aileden biridir.

Sünnet tarihi belirlenmeden önce sünnetin düğünle mi, yoksa mevlüt okunarak mı, yoksa sade bir törenle mi yapılacağı kararlaştırılır. Ona göre dosta, akrabaya haber verilir. Davetiye (okuntu) gönderilir. Bu davetiye türü, ailenin gelir düzeyine uygun olur. Kimi aileler mendil, kumaş, gömlek, çorap dağıtır. Kimi aileler ise matbaada bastırılan davetiye gönderirler.

Çocuğun sünnet elbisesini kivre alır. Diğer tören masraflarının bir bölümünü de karşılar. Sünnet olacak çocuğa törenden bir gün önce sünnet elbisesi giydirilir, çevrede gezilecek yerlere götürülerek gezdirilir.

Sünnet olmadan önce düğünlerdeki gibi kına gecesi yapılır. Sünnet günü evde çok çeşitli yöresel yemekler yapılır. Bunlardan en önemlisi “ DÖVME “ dir. Dövme değirmende özel çekilmiş buğday ve et ile yapılan bir yemektir. Sünnet’i yapan kişiler Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı yörelerinde oturan belirli kişilerdir. Sünnetçilik bu kişilerin baba mesleğidir.

Sünnet düğününde davullar çalınır, halaylar çekilir. Mevlüt ile yapılan sünnette mevlüt okunur ve sonra sünnet töreni icra edilir.

Kirve çocuğu kucağına alır sünnet yaptırır. Çocuğu yatağa yatırır. Davetliler hediyelerini çocuğa verir.Kirve aileden biridir. Onun kızı alınmaz, onun oğluna kız verilmez. Çünkü artık bir amca, kardeş, dayı gibidir. Kirvelik Kırıkhan’da çok yaygındır.

ÖLÜM İLE İLGİLİ ADETLER

İlçemizde ölüm olayı olduğu zaman önce camilerle sela verilir. Selada ölenin kimliği, gömüleceği yer bildirilir. Cenaze dini törenle defnedilmek üzere hazırlanır. Ölen şahıs erkek ise imam yıkar, bayan ise cenazeyi yıkamayı bilen bir bayan yıkar. Sonra kefenlenir, tabuta konur. Erkekler gelip cenazeyi camiye götürürler. Camide cenaze namazı kılınır. Namazdan sonra mezarlığa götürülür. Mezarlıkta cenazenin yakınları cenazeyi toprağa verir. Hocanın dini telkinlerinden sonra ailede en yaşlılar başta olmak üzere taziye kabul etmek için sıraya girerler. Herkes gittikten sonra aile büyükleri birbirlerine taziye dilerler. Mezarlıktan sonra eve gidilir. Eve gittikten sonra yedi gün yas tutulur. Yedi gün evde yemek pişmez. Akrabalar ve komşular yemek yapıp cenaze evine getirirler. Üçüncü gün mevlüt okunur, gelen misafirlere helva dağıtılır. Yedinci gün cenaze sahipleri kurban kesip yemek yaparlar. Akrabalar, tanıdıklar çağrılır, mevlüt okunur. Yedi güne kadar erkekler banyo yapmaz, sakal kesmezler. Mevlütten sonra sakal kesip, banyo yaparlar. Yedi gün boyunca sabah güneş doğmadan mezara gidilir.Yedinci günden sonra cenaze evinde yas kalkar. Cenaze sahiplerinin yaşamları normale döner. Cenazenin toprağa verilişinin kırkıncı günü ve elli ikinci günü mevlüt okunur.

Elli ikinci günde okunan mevlütün amacı cenazenin etinin kemiğinden ayrıldığı gece olduğu içindir. Et kemikten ayrılırken onun acı çekmemesi için mevlüt okunur. Bayramlarda mezarlar ziyaret edilir. Kurban Bayramında ailenin durumu iyi ise bayramdan bir gün önce arefe günü kurban kesilir. Buna arefelik denir ve yedi yıl yedi kurban kesilir.

İldeki toplumsal devingenlik, giyim - kuşamda geleneksel öğelerin değişimini hızlandırmıştır. Altınözü, Samandağ, Hassa, Kırıkhan gibi ilçelerden - mevsimlik de olsa - Antakya ve İskenderun merkezlerine göç olgusu, öte yandan sanayi kuruluşlarındaki yönetici ve teknisyenlerin belli merkezlerdeki giyim - kuşam özelliklerini ile getirmeleri çağdaş öğelerin benimsenmesinde etkili olmuştur. 1964’te Samandağ Vakıflı Köyü’nde yapılan araştırmada, birkaç evde moda dergilerine rastlanmıştır. Antakya, İskenderun gibi merkezlerde terzilik, giyimevi gibi işyerleri 1970’li yıllarda büyük bir artış göstermiştir. Aynı dönemde kent yaşamının kırsal kesimdeki etkisi artmış, moda etkeni giderek yaygınlaşmıştır.1980’lerde kadın ve erkek giyiminde yer yer rastlanan şalvar dışında, giyim - kuşamda geleneksel özellikler tümüyle ortadan kalkmış gibidir.

İki kısımdır. Birinci pamuklu hırka; pamuklu dokuma içine pamuk konarak köpürme (sırıma) yöntemi ile dikilir. Kalınlığı 1,5 veya 2,5 cm. dir. Kışın giyilir. Birde kısa Hırka vardır ki, altta giyilir. Buna bazı yerlerde pamuklu mintan derler. Kışın çok sıcak tutar. Diğeri de “ Şam Hırkasıdır “ ; yazın giyilir. Daha çok hoca ve dervişler giyer. Sarı, beyaz, pembe ve mavi renklerden yapılır. Bir de kırk yamalı, melami dervişlerine özgü bir hırka vardır. Her yaması terzi bohçası gibi başka bir renktedir.Yenileri çok bol bir üsteceliktir. Genellikle ulema sınıfında olanlar giyer. Siyah ve mavi çuhadan yapılır.Dize kadar uzun bir ceket. Yakası dönmeli. Yenisini köy ağaları giyer, eskidiğinde aptallara verilir, onlar giyer. Buna da Aptal Sakosu denir.Bele kadar uzunluğu olan, yakasız, onü açık, kol ağzı yalmanlı, zaman zaman kol ağzı arkaya kıvrılır ve iç taraftaki canfes görünür, bu da fiyaka anlamına gelmektedir. Fermana mavi çuha kumaştan yapılır.

BU BÖLÜMDE YER ALAN AĞITLAR, SIRASIYLA:

1- ŞEHİT MEHMET KAMALI'YA AĞIT
2- ERDEM CELİL'E AĞIT ( 4 ADET AĞIT )
3- YEMEN'DE ŞEHİT OLAN ARİF'E AĞIT
4- SEHİT NURETTİN ÇETİN'İN DESTANI
5- KODALLI AĞIDI : TAYFUR DÖNNMEZ
6- ÖNDER İKİZOĞLU'NA AĞIT

1-YAVRUM (ŞEHİT MEHMET KAMALI'YA)

Senin ile her an sevindim durdum
Dünyaya gelince adını koydum
Dara düştüğümde elimden tuttun
Adın ile namın olasın YAVRUM

Gözlerim yollarda seni bekledim
Haberin alınca uçar gelirim
Resimlere bakıp giderdim
Dalamam da artık bilesin YAVRUM

Kaderin yazılmış bunu bilirim
Verirler bir tas su, şerbet içerim
Görevde Şehitlik nasibin derim
Bizleri her zaman göresin YAVRUM

Şükürler Allah a seni yaratmış
Şehitliği canım anlına yazmış
Anan ,baban,bacın,kardaşın ;açmış
Kolların koşup gelesin YAVRUM

Kırıkhan’lı seni anıp duruyor
Düğün varmış gibi , gelip gidiyor
KAMALI şehit, bizlerin onuru diyor
Peygambere komşu olasın YAVRUM

Aşık Acun senin için üzülür
Gözyaşları kalbe akıp ta durur
Yaradan bize sabırlar verir
KIRIKHAN’ın başı sağolsun YAVRUM


24/01/2001 Tarihinde Diyarbakır da Şehit olan Polis memuru “MEHMET KAMALI” nın ailesine ithaf olunur.


2-ERDEM CELİL'E AĞIT

ERDEME-
Hüseyin CELİL

19 Eylül 2005 de genç yaşta vefat eden kardeşim Erdem CELİL'e söylenen ağıtlar

19Eylül 2005 de bir kaza sonucu vefat eden kardeşim için

Vücudun bulanmış al kızıl kana
Kıyılır mı mevlam böle bir cana
Sen verirdin taman öğüdü bana
Öğütleri bize sır oldu gardaş

Ben beklerim galan senin yurdunu
Emanet bıraktın Hasan oğlunu
Açmadan soldurdun Ayşe gülünü
Bu ayrılık bize zor oldu gardaş

Hiç diner mi galan böyle bir acı
Çok yanıyor buna gardaşla bacı
Dediler gardaşın ebedi yolcu
Ahiret yolunda sır oldu gardaş

Açıldı bu yaram kabuk bağlamaz
Verseler emi de gayrı sağılmaz
Arasam dünyayı dengi bulunmaz
Dünya artık bize dar oldu gardaş

İnsanın hasıdır hem doğru sözlü
Yüklemiş yükünü gidiyor yolcu
Böyle mi ayrılık can çakır gözlü
Hasreti içimde kor oldu gardaş

Gıymatlı gardaştı benim yanımda
Doğruluk dürüstlük onun huyunda
Asillik vardır elbet soyunda
Bu ayrılık bize zor oldu gardaş

Celiloğlu eden yandı özünden
Feragat eder mi canan sözünden
Hiç merak etmesin Aysel kızından
Emaneti bize ar oldu gardaş

HÜSEYİN CELİL

)ERDEM’E-2)

Kayıp ettim kardaş hasını
Çığırsan duymaz sesini
Öleneçek, çek yasını
Hasreti bizi yakar gardaş

Dostlardan onu sorarım
Gezer DENGİNİ ARARIM
Çakır gözlüme yanarım
Derdin artık artar gardaş

Ben yanarım kana, kana
Kara haber geldi bana
Kimler yanmadı ki buna
Yaran artık azar gardaş

Toprağında açmış gülü
Kimlere amanat dölü
muzlarda gitti Salı
Topraklarda yatar gardaş

Haber salsan döner mi ola
Yoldaşsız çıkmazdı yola
Gitme desen kalır mı ola
Belki sözün tutar gardaş

Sen gibi gardaş bulamam
Dünya’da artık gülemem
Ben bu sırrına eremem
Eden seni arar gardaş

Sırrını vermez ellere
Kendin düşürmez dillere
Yandı gitti boş yerlere
Ancak kendi bilir gardaş

Mevlam af eylesin seni
Kabullenmek çok zor bunu
Kızın derki babam hani
Oğlun seni sorar gardaş

Ağladım gardaş duymadı
kimsenin hatırın kırmadı
Dayanacak güç kalmadı
Yandı ataş tüter gardaş

Can dayanır mı edem acına
Böyle gidişi de gider gücüme
Kuzular amanat Sevinç bacıma
Bacım kuzulara bakar gardaş

Celiloğlum dostun hani
Yolldaşsız bıraktı seni
Unutaman galan bunu
Yükümüz çok ağır gardaş

15-11-2005
Hüseyin CELİL


Edoşuma)

Eyi olmaz, eyi olmaz
Derin yaram eyi olmaz
Öyle bir kardeş yitirdim
Eşi menendi bulunmnaz

Daha otuzsekiz yaşı
Çakır gözü çatık kaşı
Yumşak huylu uysal başı
Daha yeri doldurulmaz

Ataş düşürdü canıma
Taş değil yürek dayana
Şükür olsun mevlam sana
Hikmetinden sual olmaz

Varmıdır bundan beteri
İçime indi kederi
Böyle yazılmış kaderi
Emrine karşı durulmaz

ne zormuş kardeş acısı
Yaktı kavurdu sancısı
Daha körpecik kuzusu
Meleseler geri gelmez

daha sılaya gelemem
Gelsemde huzur bulamam
İstesem seni göremem
Kimse bana yoldaş olmaz

Seni ben çok arzularım
Hasretinle yürek dağlarım
Aklıma düşer ağlarım
Gözyaşlarım akar durmaz

Geri gelmez geri gelmez
Gitti kardaş geri gelmez
Bu yol öyle bir yol ki
bu yola gidenler dönmez

MEHMET CELİL


Edosuma-2)

Unutamam kardas seni,
Böylemis mevlanin takdiri
Ne hayallerin vardi hani
hepsin yele verdi kardas

Kardas derim dolanirim
Tutar sancim kivranirim
Bilmem nasil dayanirim
kol kanadim kirdi kardas

Köz düsürdü icerime
Indi yaram ta derine
Kurban olam dillerine
Celiloglu derdi kardas

Cocuklarin hatirini kirmazdi
Buyuklerine hic kusur etmezdi
Kimsenin bamteline degmezdi
Her isi ustaca görürdü kardas

Sefil abigin bitmez avazi
Omrü kis oldu goremez yazi
Kadir mevlam senden olsun razi
Dinin diyanetin bilirdi kardas

12-11-2005
M. Celil


3-YEMEN'DE ŞEHİT OLAN ARİF'E AĞIT

Yemen’de,asker ocağında ölen Arif için söyLenmiştir.

Yürü bire emmioğlu
Hep belalı başlı Arif
Soldum’ola gül yüzlerin
Kara gözlü kaşlı Arif

Şu yemenden mektup gelmiş
Dediler ki Arif ölmüş
Pederine ayan olmuş
Kara kura düştü Arif

Bilmedim aynını neden
Gelmiyor yemene giden
Muhabbetli nazlı fidan
Nere gitse suçlu Arif

Nazlısın yanımda nazlı
Muhabbetin serde gizli
Ter bıyıklı kara gözlü
Yürü sümbül saçlı Arif

Kurduğun bina yıkıldı
Yemene mihrap dikildi
Babayın beli büküldü
Ciğeri ataşlı Arif

Eşmişekte koca çınar
Kimi uçar kimi konar
Cümle kuşlar ona düner
Öter garip kuşlu Arif

Arif ismin kaldı dilde
Tarabulus ince belde
Kisip gitmiş gurbet elde
Bacılı kardaşlı Arif

Aşık Hasan bakın hele
Yalan gerçek düştü dile
Bizde gidicek o yola
Cümle alem borçlu Arif

Ozan: AŞIK HASAN ( KÖSEOSMANOĞLU ))


4-SEHİT NURETTİN ÇETİN'İN DESTANI

yıl 1979 Mayıs'ın 16'sı kara bir gün Çetin ailesinin evladı altı bacının tek erkek kardeşi NURETTİN ÇETİN'İN, acımasız insanlar tarafından Ankara Etlik Piyango tepede evi basılır. Nurettin Çetin ve Mersin Anamur'lu Lütfi Özdemir şehit olur. Olayda üç kişide ağır yarakanır. Olayda şehit olanlar ve yaralananlar Ankara Yükseliş Elektirik mühendisliği öğrencileridir. Şehidim sen ölmedin kalbimizde yaşıyorsun Sefil Hasan'ın bunun üzerine söylediği Ağıt, Nurettin Sefil Hasan'ın abisinin kayın biraderidir. Aynı zamanda annesinin amcasının oğlunun çocuğudur.


Hiç çımaz aklımdan yirmi bir yaşı
Ah çektikçe kanar yaramın başı
Ağlar Durmuş Ali arar yoldaşı
Sinelerin helak etse bulamaz

Ömrümde görmedim böyle acıyı
Sanki yetim koymuş altı bacıyı
Kimseler tutamaz şehit yolcuyu
Buldu sadık yerin gayrı gelemez

Moskof eller seni kahbece vurdu
Kana boyadılar bu güzel yurdu
Kalk gör Almanya'dan ablan da geldi
Tutulmuş dillerin halın soramaz

Açmış gölerini şaha bakıyor
Yağlı kurşun yemiş kanlar akıyor
Anayın feryadı göğe çıkıyor
Bir gececik kal dese de kalamaz

Kimseler görmesin böyle ölümü
Kalkıp görsen bacıların halını
Nasıl kıydı sana moskof zalımı
Buyarayı tabiblerde saramaz

Kadir mevlam kara yazmış yazıyı
Alkanlar içinde gördüm kuzuyu
Sürüden ayırmış körpe kuzuyu
İnsanolan bir yiğide kıyamaz

Sefil Hasan
19-MAYIS- 1979

Ozan: HASAN CELiL


5-KODALLI AĞIDI : TAYFUR DÖNNMEZ


1959 yılında Kırıkhan kodallı köyünden beş genç “azgan çalısı” getirmek üzere traktörle köyden çıkarlar. Karaçağıl köyü ile Güzelce arasındaki bir mevkide traktör bir askeri cemse ile çarpışır ve beş genç ölürler . ölenlerden biri Tayfur Dönmez’in oğlu Mehmet’tir. TAYFUR Dönmez oğlu için şu ağıdı yakar. Ağıt hala Kırıkhan’da kendine has bir makamda söylenmektedir

Kıyma felek kıyma, yirmi dört yaşı,
Sürmeli gözleri karadır kaşı,
Şu yalan dünyada bulunmaz eşi,
Gezerim cihanda eşini oğlum

Dilim tutmaz oldu, diye soramam
Bundan sonra ben murada eremem
Usul boylarını gayrı göremem,
Bir daha görseydim yüzünü oğlum

Kara haber geldi hem yele yele
Aktı göz yaşlarım döndü bir sele
Bir türbe yaptırım düştüğün yere,
Eğer tutarlarsa sözümü oğlum,

Otuz aydır günlerini yetirdi,
Toy yiğidim askerliğin bitirdi,
Evimize kara deve oturdu,
Kırdı bellerimi dizimi oğlum

İki fidan diktim biri bitmedi
Kadir mevlam bize garez etmedi
Şükür olsun Mustafa’m da gitmedi
Gitme desem sözüm tutardı oğlum

Bu sefil babanın halı nolacak,
Dertli anan saçlarını yolacak
Gelmiş sahipleri gelini alacak
Beslerim dölünü kızını oğlum

21-05-2005
)Ozan: TAYFUR DÖNNMEZ)



6- ÖNDER İKİZOĞLU'NA AĞIT: HASAN CELİL

AĞIT

20 Mayıs 1984’te akşamüzeri Taşköprü de (kara su üzerinde) kum taşıyan Kilisli Mehmet Ali Nahırcı ile kardeşi Duran Nahırcı ile çıkan kavgada kafasına çekiçle vurulunca beyin kanamasından ölen 21 yaşında, 1.5 yıllık evli bir erkek çocuk babası Önder İkizoğlu’na Hasan Celil’ in söylediği ağıttır

Ben ağlarım ahir zaman
Bundan sonra gülmem kalan
Sen de ağla çetin kardaş
Koç yiğidim kurban taman

Açman yarası kanıyor
Gonca gülün çok ağlıyor
korkarım deli olacak
baban sana çok yanıyor

Firgata dayanmaz dağlar
Ağlar bacıların ağlar
Karısı dul yavrum yetim
Anan karaları bağlar

Daha beni güldüremen
Gözyaşımı dindiremen
Buzlar koysan içerime
Ataşımı söndüremen

Bir kayım bakma yüzüne
Ataşlar koydun özüme
Ali dayın düğün kurmuş
Kıymetli imral kızına

İnce uzun usul boylu
Oğlun önder ikiz soylu
Düğün kuram Mehmet’ine
Altı davul yedi toylu

Sefil hasan ağlamazmı
Sinesini dağlamazmı
Genç ölümü acı olur
Daha buna söylenmez mi.



AMUK TÜRKMENLERİNDE EVLENME VE DÜĞÜN

HAZIRLAYAN : Dr HASAN AYPARLAR
KAYNAK:
Defteri li ecel: AMİK TÜRKMENLERİ
İsmüttilmiz : Al Kaya Soyundan Ahmet
Essa:Cilt.1
EL MEDRESETE 29.9.1935 de bitti.


.EVLENME: .

Evlenmek; Düğün: Evlenmek ve düğün Türkmen aşiretlerinde ve bilhassa Amikteki Türkmenlerde ______ bizim bildiğimiz şekilden bambaşka bir şekildeydi. Kız kaçırmak faslında da biraz bahsedildiği üzere evlenmek Türkmenlerde bir meseleydi.

İlk evvela nazarı dikkate alınan şey ailevi “denklik ve küfür” meselesi idi. Aşirette bu küfür meselesine çok kıymet ve ehemmiyet vermişler. Aile ihtiyarlarıyla kız evinden daha yüksek veya aynı derecede olmayanlara kız vermek bir nevi ayıp bir şey sayılırdı. Hele “Çıbara” tabir ettikleri nesli bozuk olanlara, Karun kadar zengin de olsa, kızlarını vermezlerdi. Böyle bir şeyi yapmak aşağı tabakadan bir adama parası ve zenginliği için kız vermek affedilmez bir kabahat sayılırdı.

Hatta oymaklar bile rüesa hariç olmak üzere birbirlerine kız vermezlerdi. Sarıcalı, Mürselli, Bahadırlı aşiretlerinde son zamanlara kadar bu hal devam etmiş olduğu halde yine yalınız aşiretler birbirlerine kız vermeye başlamışlar, fakat cebara’lara halen kız verilmemiştir. Aşağı dereceden bir kız alınabilir fakat onlara kız verilmezdi.

Evlenmekte ikinci ve büyük müşkilat mühim bir mecburiyeti maliyede kızın pederine kızı alacak oğlan tarafından verilmesi mecbur olup “kalın denilen mihir”dir. Bu mihir pek fahiş idi. İkinci derecede rüesalarin bile izdivaçlarında yüzlerce altın lira sarf edilir; ve hele ümeranın ve aşair rüesasıyla boy beyilerin izdivaç masrafları yüzleri de geçer binlerce madeni liraya baliğ olurdu.

Kızlar için talep edilen mihir; oğlan evinin servetine aşiretteki vazı habisiyyetine kızın babasının şerefine; mevki ve asaletine ve en sonra da kızın güzellik işa mesleğine göre tehakik ederdi.

Düğünlerde; bayramlarda; yün yıkamak; taramak; gibi imecelik zamanlarında birbirlerini seven gençlerin babaları, evvela kızın velisine veya varisine birkaç atlı ile “dünürcü” namiyle birkaç adam gönderirler ve alelusul kızı Allahın emri ve peygamberin sünnetiyle evlatlarına veya mahmilerine helallığa talep ederlerdi.

Bu ilk dünürcüyü ve onu takip eden bir iki dünürcüyü daha reddetmek usulden idi. Eğer talip genç kız evinin dengi ise servet o kadar ehemmiyete alınmaz ve en sonunda dünürcüler bir iki defa gelip gittikten sonra söz verilirdi.

Orta ve aşağı tabakalarda kalın denilen mihir çeke Pazar beş aşağı üç yukarı hayvan satın alınır gibi pazarlık yapılır, kalın kararlaştırılırdı. Fakat rüesa ve aşair kahyalarıyla boybeyililerde kalın kimin çok idi. Zaten yüksek tabaka aldıkları kalın parasını cehize sarfederlerdi. Kendileri bir şey almazlar hatta kızın babası kendi kesesinden bile cehize masraf ederdi.

Bazen ailevi denklik ve servet hususunda kız ve oğlan aileleri fark görülmezde aynı derecede olur, bazı esbabı mecburiyeden dolayı kızı talibe vermek istemezlerse müşkilat çıkarırlar. Yüksek para talep ederlerdi.

“Heyelik” yani evet kızı verdim demek için yüksek paralar istenirdi. Bu heyelik için yüz adet madeni Osmanlı altını alındığı vaki olmuştur. Bu para kalından hariç idi. Bunu kızın pederi yerdi. Kalın ayrıca verilirdi.

Evlenmek bahsinde en mühim meseleden birisi de şudur. Genç bir kızın kendine talip bir amcası oğlu varsa; kız nişanlı addedilir; bu kızı başka kimse isteyemezdi. Ve kimseye verilmezdi. Bu kız amcası oğlunun hakkıdır, denilirdi. Hatta kalmış kızın gayreti emmisi oğlu sayılır; Talibi çıkmayan ve izdivaç edemeyen vakti geçkin kızları da amcaları oğlu almaya mecburdurlar.

Düyürcüler gidip kızı “bitirirler” yani söz alırlar; “şerbet içmek” denilen nişan merasiminin gününü kız tarafı ilk oğlan tarafı arasında kararlaştırırlardı. Kızın verileceğine dair söz alındıktan sonra şerbet içmek elden geldiği kadar acele tutulurdu. Bu aşirette bir adet ve usul olmuştu. Hem de bir şeref ve haysiyet meselesi idi. Hemen alelacele şerbet içmek oğlan tarafının servetinin icabatındandır.

Şerbet merasimi; aynen bir düğün gibiydi. Düğünün ufak bir nümunesi idi. Şerbetten Laakal iki üç gün evel aşiretin ileri gelen ağalarına, oymak rüesasına kâhyalara “davet tezkireleri” gönderilir; herkes her iktidarı olan atlı olarak ya şerbet içileceği gün ale sabah veyahut bir gün evel ikindi vakti oğlan evine toplanır, davul zurnalar çalınır, keyif zevk edilir, oyun oynanır, sabaha kadar eğlenilir ve sabah olupta davetliler tamamen geldikten sonra; davul ve zurnalar önünde “harbileyerek” atlılar ata biner, deynek oyunu dedikleri “cirit” oynayarak, at oynatarak kız evine gidilirdi.

Alel ekser kız evi bu gelen atlıları çok nazikane karşılarlar, izaz ve ikram ederler. Oğlan evi tarafından gönderilen kuzular, kurbanlar kesilir, yemekler yapılır, şerbet içilip yemek yendikten sonra birde dua okunur, ve merasim kutlulanırdı.

Bundan sonra artık davul çalar “aptal” lar “şabaş” toplarlardı. Çünkü aşirette davul çalan aptallara düğün veya şerbet sahipleri ufak bir miktar para ile bir de bilattan başka bir şey vermeye mecbur değildiler. Aptallara herhalde ağada şabaş yapardı. Bu şabaş ve saire hususunda düğün sırasında izahat vereceğiz. Burada kısa kesiyorum.

Şabaş bittikten sonra herkes yine merasimi kutlar ve atlılar atlarına binerek yine cirit oynayarak, at koğarak, keyf ve zevkle evlerine dönerlerdi.



DÜĞÜN

Oğlan evinin servet ve iktidarına, evlenecek oğlanla kızın başlarının, yaşlarının derecesine göre nişan ile evlenmek arasında bir zaman bırakılırdı ki; Aşiretler bu zamanın en aşağısı altı aydır.

Bu nişanlılık devresinde artık nişanlı kız nişanlısına görünmez ondan kaçar yani …….. ederdi. Fakat bu …….. sırf zahiri idi. Yani âdete uymaktan başka bir şey değildi. Gündüz gece her zaman nişanlılar gizlice birbirlerini görürler; Hatta nişanlı gençler fuhuş yapmamak şartıyla bir yatakta sevişe sevişe uyuya kalırlardı. Yine tekrar ediyorum, aşayirde böyle sevişe sevişe bir yatakta yatan Nişanlılar arasında fuhuş hiç vaki olmamıştır. Aşiret rivayatı aşiret tevatürü böyle bir şeyi tesbit olarak bize bildirmiyor. Zaten aşiretler sonraları gençlerin şu hallerinin önüne geçmek mümkün olmadığını görerek buna bir meşruiyet vermek istemişler; Bazı rüesanın itirazlarına ……………ehemmiyet vermeyerek şerbet içildiği gün nikahı da kıymaya başlamışlardır.

Bazı rüesa kızlarını verirken şerbet içildikten sonra nikâh kıymaya muvafakat etmek istemişler; hatta aşiretin en yüksek ailesinden büyük ata kızını kendi soytaşından bir gence verirken şerbetten sonra nikâhında kıyılması teklifine karşı itiraz ederek:

Öyleyse avradını alsın götürsün; benim evimde ne işi ver? Nikâh kıymak şimdi olmaz diye barbar bağırmış ise de faydası olmamış ekseriyetin icbarı ile nikâhın kıyılmasına da muvafakat etmiştir.

Nişanlı kıza nişanlısı düğünlerde elbise ve harçlık gönderir; bayramlarda yine “berklik” denilen bir takım elbise ve harçlık ile altın alarak ve kurban bayramında da bir kurban gönderirdi. Nişanlı kızın kurbanı nişanlısına ait idi.

Berklik: Perkenmek veya berk – sağlam ve kuvvetli manalarına – mastarından gelir bir vasıftır. Berklik vasfı nişanı sağlamlamak, kuvvetlendirmek ve bir daha bozulmamasına, geri dönülmemesine mani olmak için icat edilmiş olsa gerektir. Çünkü oğlan tarafı Berkliklerde oldukça masrafa girerdi. Zaten Türkmenler de nişanlı bir kızın; gerek kız tarafından gerekse oğlan tarafından nişanın bozulması iki taraf içinde çok ayıp idi. Bu bir şeref meselesi telakki olunur; bu gibi hal aşirette pek nadiren vaki olur. Yirmi senede otuz senede ancak bir vaka vaki olurdu.

Nişanlılık ergen hayatında en tatlı hatıraları taşıyan günlerdir. Türkmenlerde nişanlıyı görmek meseledir. Fil hakika görülürse bir tehlikesi yoktur. Fakat görmemek çok ayıptır. Kızın ailesine karşı çok büyük hürmetsizliktir.

Onun için genç nişanlısını görmek için gece hırsız gibi gitmek kimseye haber vermemek mecburiyetindedir. Bunun içinde alelekser çok karanlık geceler intihap edilir; Bazen yağmurlu ve fırtınalı günlerde gitmek daha doğru ve daha muvafık görülür. Genç maiyetine ya bir arkadaş veya at uşağı almaya mecburdur. Şaha kalkan atlar açık eşkin yol alır; Nişanlının evinin gediğine girebilir; Evvelce kız ile kararlaştırılan işaret verilir; Şunu karie temin ederim ki; Türkmenlerde nişanlılar daima birbirlerinin ırzına namusuna ve şerefine hürmet etmişlerdir. Aşiret tamamen birbirinden bu hususta emin idi. Şayet ırza bir halel geleceğini düşünmüş olsalardı mutlaka ve mutlaka bu hale meydan vermezler, vurur öldürürlerdi. Fakat aşirette böyle bir şey vaki olmuştur.

Yalınız bir kere vaki olmuş; Dayısının kızına nişanlı olan bir genç her gün dayısının evine gider nişanlısıyla görüşürmüş; Dayısı hemşiresi olan oğlanın anasına der ki:
- Bacı oğluna söyle; her gün geceye kendi geliyor. Geldiğine bir şey söylemiyorum. Fakat ben mal sahibiyim. Malımı hırsızdan bekliyorum: öteden bir karartı gelirken kendisi mi hırsız mı bilmiyorum. Söyle oğluna gelirken eve yaklaşınca bir iki defa öksürsün: Hiç olmazsa kendi olmadığını bileyim. Sonra başka bir gün kendi zannederek hırsıza da mal çaldırmayalım demiş.

Anası bunu her ne kadar oğluna söylemiş ise de oğlan dayısından utandığından yine giderken ses vermemiş. Dayısı da ben haber verdim kendi olsa öksürür kendi değil hırsızdır diyerek derhal elindeki tek tüfekle ateş eder. Oğlan vurulur.,

- Aman dayı beni vurdun diye bağırır.
-
Dayısı oğlanın feryadı üzerine kaçar gelir oğlanı kucağına alır;

- Aman oğlum Ali sen misin? Elim kırılaydı, gözlerim kör olaydı seni mi vurdum
diye ağlamaya başlar. Oğlanın anasına yani kendi hemşiresine ne diyeceğini bilemez kederinden deli gibi olur. Oğlan aldığı yaradan bir iki saat sonra ölür. Hak rahmet etsin; iş be Aşiret tarihinde nişanlı olarak öldürülen tek bir genç vardır ki: o da acizin muharrer bendenizin dayısıdır. Ve kazaen vurulmuştur. Başka emsaline tesadüf edilmemiştir.

Nişanlılık devresi böyle saf ve temiz bir sevgi ile geçer nihayet oğlan tarafının arzusu ile mehrir verilir, mehrir verilmesinden sonra bir miktar tahminen bir ay kırk gün kadar kız evi yorgan ve döşek gibi cehizin bakayasının ihtizariyle vakit geçirirler. Ve her türlü hazırlığın ikmalinden sonra tarafeyn yine aralarında düğünün gününü kararlaştırırlar.

Düğün: Her hazırlık ikmal edilip; tarafeyn aralarında düğün gününü kararlaştırdıktan sonra; düğüne mübaşeretten La ahal yirmi dört saatten üç gün eveline kadar “okuntu” denilen davet tezkereleri dağılır; Aşiretlerin ileri gelenleri ayrı ayrı davet edilir.

Her rüesasına davetiye gönderilen aşiretin umum efradı düğüne davetli demektir. Efrat için davetiye gönderilmez; Yalınız aşiretler arasında hatırı sayılan biraz hallice olan fukaralara da davet tezkiresi gönderilmek usuldendir.

Kendine her davetiye gönderilen adama bir de halat denilen hil’at göndermek adeti Araplardan aşiretimize girmiş bir adet idi. Sonraları bu adet yine kaldırıldı.

Şimdi kendine davetiye gönderilen adam davetiyeyi hal ve servetine münasip ufak bir bahşiş verir ki bu bahşiş aşirette bir rub’u mecidiyeden başlar hududu olmazdı. Fakat üç dört mecidiyeyi de geçmemiştir.

Davetiye alan adam herhalde düğüne gitmek hiç olmazsa gidip bir mübarek olsun deyip bir de felan için geri gelinebilirdi. Fakat hiç gitmemek çok ayıp idi. Hele bila özür düğüne gitmemek düğün evine adavete ve düşmanlığa delalet ederdi.

Kendilerine davetiye gönderilen adam herhalde mükabil bir okuntu gönderecek düğün evine, arpa, buğday, yağ veya koyun, kuzu gibi bir şeyi gönderecekti. Bununda hududu yoktur. Bir kuzudan bir çift öküze kadar ve daha fazla okuntu karşılığı gönderenler olmuştur.

Evelce okuntu karşılığına arpa ve buğday gibi şeyler göndermezdi. Ayıp sayılırdı. Fakat sonraları düğünlerde toplanan atlıların atlarına yemlik arpa lazım olduğu düşünülerek arpa da göndermeye başlanmıştır.

Esasen okuntu karşılığı; bir nevi yardımdır. O kadar toplanan atlının atlarına yem ve kendilere yemek yetiştirmek bir hafta on gün düğünün binlere on binlere baliğ olan kalabalığı geçindirmek çok mühim bir meseledir. Buna değme servet dayanmaz. İşte bunun için her davetiye gönderilen ufak bir yardım da bulunmayı kendi kendine bir borç bilirdi. Zaten evelce de sırasında söylemiştim; Türk hayatı ictimaiyesi yekdiğere malen ve bedenen teavün üzerine kurulmuş bir müessei ictimaiyedir. İlerde bu iddianın daha mühim ve daha bariz şahitlerini göreceği yavaş yavaş davetliler gelmeye başlar, davullar, zurnalar çalar; Her gün oyun keyf ve zevkindedir. Her gelen atlı kafilesini velevki kafile olmasın bir tek atlı olsun onu davul harbiliyerek karşılamak adettir. Atlı olmayıpta toplama halinde gelen yayaları da davul karşılar.

Gelen madam belli bir kimse büyük bir adam ise ………önünde bir fasıl çalarlardı: Fasıl çalanların iki davul iki zurna olması gelen adamın kendine hürmet ve ihtiram alameti idi. Fasılda davul ındelicap bir olabilirdi. Fakat zurnanın bir tane olması çok ayıptır. Gelen adama hürmetsizlik sayılırdı.

Her gelen toplantıyı bir ev alırdı. Yemek içmek ve yataklarına bakmak için umum aşiret gelenleri bölüşürlerdi. Herkes kendi misafirini evelceden tayin eder, filan oymak veya filan soy benim misafirimdir der. O oymak ve o soyu düğünün devam ettiği müddetçe kendi evinde yatırır kaldırır ve yemeklerini verirdi. Düğünevi yalınız okuntu ile davetiyeleri ve onlardan ………. az kısmını ancak alabilirdi. Aşiret düğüne gelenleri düğün devam ettiği müddetçe evinde misafir eder düğün sahibine iş düşürmezdi.

Düğün sahibinin elinde misafir olarak oğlanın akrabaları ile bazı hususi davetli kimselerden başkası kalmazdı.

Düğünün devam ettiği müddet sekiz gün on gün her ne ise düğün ve oyun ile geçer giderdi.


Ey Bektaşlı köyü ELVEDA sana
Gel diye yaylalar el etti bana
Tatlıcak suyu da şeker insana
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Karaoluk yaylasını Seyran eylerim.
Mezgit’in suyunu içmez, neğlerim.
Koca Yonsul’un da Methin söylerim.
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Mangır kayası da eğmiş başını
Akıtır pınardan Soğuk yaşını
Şirvan kalesinin büyük taşını
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Hevenkir’in ne güzel Çamları varmış
Yoktur bir yaylacı yalnız kalmış
Gördüm bir kör duman başını sarmış
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Tırık kayası kal’ayı tutmuş
Susmuş konuşmuyor sanki hap yutmuş
Gelip geçenlerin hepsini unutmuş
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Nice yaylaları ormanlar almış
Gördüm Kaledibi kimsesiz kalmış
Eski günlerini hayala dalmış
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Kalkıp Yonsul’dan eden seferi
Çalak yaylasında açam defteri
Dedemin Nenemin yayla yerleri
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Hayma çınarı ismi çok eski
İçeyim suyundan küçük bir testi
Gel diye Değirmendere yolumu kesti
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Beni Değirmendere eyledi Hazan
Mulla Mustafa dedem okurdu EZAN
Eski günlerini düşündün bazen
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Değirmendere’den koyuldum yola
Ağaçoluk derler vardık bir suya
Halil yaylasın’da bir gece mola
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Katıroluğu’ndan yel gibi geçtik
Çatalağacından demli çay içtik
Uyku için paç yaylasını seçtik
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Kırk dönmeç derler döndüm dolaştım
Kaplan kayasını görünce şaştım
Akçayın suyunu içerek geçtim
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Seydihanı dersen cevizi çoktur
Yetişmiş ormanı hiç kusur yoktur
Temiz havası çamı insana doktor
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Bükün suyun araba yolu
Ormanla doludur sağı ve solu
Derede bir çınar gayette ulu
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Sarımsak kayası ormandan yüce
Hacılar yurdunda kaldık bir gece
Sabahleyin erken başladık göçe
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Karabıyık pınar ne soğuk bire
Bir dereye vardık karanlık dere
Elmalı seki iğdişi ile
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Şu Asar’ın başı semere benzer
İslam büyükleri Cennette gezer
Denizoğlu da gayet de güzel
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Akaya ya çıktım seyran eğlerim
Gidemedim Elmacığ’a neylerim
Burcu burcu kekik kokar ellerin
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Sana derim sana sığır kırası
Küçük malların meskenidir burası
Bundan sonraki de tandır yaylası
Sizi ziyarete gelmişim dağlar

Güneş vurmuş Akkaya’nın başına
Gördüm ağaçları döndüm şaşkına
Biraz rüzgar gönder Allah Aşkına
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Akkayadan indim küllü düzüne
Yüce mevlam kuvvet verse dizime
Baş pınar'la son vereyim sözüne
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

Ağoluk yaylasının çifte çınarı
Çınarlar altında akar pınarı
Selamlayım yaylaları dağları
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.

ADNAN, ahirete gider yolumuz !
Elbet kara toprak olur sonumuz
Mığır dağı Söğüt bizim yurdumuz
Sizi ziyarete gelmişim dağlar.


Söyleyen : Adnan Kaya
Yazan : Ali Bal / KIBRIS






 
 
  .
 
 
www.kurtlusoguksu.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol